Alfa Başlangıç

PiSaGoR

Define RuHu
Yetkili
Katılım
20 Ocak 2020
Mesajlar
149
Puanları
123
Konum
TaTVaN
ALFA - BAŞLANGIÇ


FB_IMG_1618345319767.jpg

Cennet Bahçesi Asya’da değil, Pasifik Okyanusu üzerindeki, çoktan suya gömülmüş olan bir kıtadaydı.
Yaratılış’ın Kitabı Mukaddes’teki hikâyesi,
yedi gün ve yedi gecenin bu efsanevi öyküsü, ilk olarak Nil veya Fırat Havzası halklarından değil, bu batık kıtadan, insanoğlunun anayurdu olan Mu’dan geldi.
Bu iddia, Hindistan’da keşfettiğim çoktandır unutulmuş kutsal tabletlerin
üzerindeki karmaşık kayıtlar ve başka ülkelerde bulunan benzerleri sayesinde
kanıtlanıyor. Bu kayıtlar, 64 milyon nüfuslu bu ülkenin, günümüzden elli bin
yıl önce, birçok yönden bizden daha gelişmiş bir uygarlık kurduğunu anlatıyor. Belgeler diğer birçok konunun yanında, insanoğlunun Mu’nun
gizemli topraklarında yaratılışından da bahsediyor.
Bu bilgileri, başka antik medeniyetler hakkındaki yazılı belgelerin, tarih öncesi harabelerin ve jeolojik bulguların ortaya çıkardığı kayıtlarla karşılaştırdığımda, tüm bu uygarlıkların kültürlerini tek bir ortak atadan, Mu’dan almış olduklarını gördüm. Bu sebeple, Kitabı Mukaddes’teki
yaratılış hikâyesinin bugün bildiğimiz hâlinin, Mu’nun beş yüz asrı aşan tarihinden bahseden bu tabletlerden derlenen etkileyici hikâyelerden evrimleştiğinden emin olabiliriz. Yaratılışın bu orijinal hikâyesinin ortaya
çıkış öyküsü bizi elli yıl önceye götürüyor.
Hindistan’da kıtlık zamanıydı. Bir üniversite tapınağının Baş Rahipine yardım çalışmalarında asistanlık ediyordum. Başlarda bundan haberim olmasa da bu kişi arkeolojiye ve antik kayıtlara büyük ilgi duyuyordu ve bu
konularda başka kimsenin sahip olmadığı bir birikime sahipti.
Bir gün benim tuhaf bir kabartmayı deşifre etmeye çalıştığımı fark etmesi
sonucu dikkatini çekmemle hayatımda görmüş olduğum en sağlam dostluklardan birinin temeli atılmış oldu. Bana o tuhaf yazıtın sırlarını nasıl çözeceğimi öğretti ve beni daha zorlu işlere hazırlayacak şekilde eğitmeyi
teklif etti. İki yıldan uzun bir süreyi, rahip dostumun insanoğlunun orijinal
dili olduğuna inandığı ölü bir dili büyük bir azimle öğrenerek geçirdim. Bana
bu dilin Hindistan’da sadece iki başrahip tarafından daha bilindiğinden bahsetti. Görünüşte basit olan yazıtların çoğunun yalnızca Kutsal Kardeşler, yani anayurttan kolonilere kutsal yazıtları, dini ve bilimi öğretmeleri için
yollanan bir rahipler kardeşliği olan Naacaller için özel olarak tasarlanan gizli anlamlar içermeleri büyük zorluk yaratıyordu.
Bir gün bir konuşma sırasında bana tapınağın gizli arşivlerinde birtakım
antik tabletler olduğundan bahsetti. İçeriklerinin ne olduğunu bilmiyordu,
çünkü sadece muhafazalarını görebilmişti. Konumu gereği yazıları incelemesine bir mani olmasa da o bunu hiç yapmamıştı, çünkü bunlar el
sürülmemesi gereken kutsal kayıtlardı. Bu gizli yazılardan bahsederken merakımı
yeni bir boyuta taşıyan bir şey söyledi. İnsanoğlunun efsanevi anayurdundan, gizemli diyar Mu’dan daha önce bahsermişti. Şimdi ise
değerli tabletlerin Naacaller tarafından ya Burma’da ya da kayıp anayurtta yazıldıklarına inanıldığını itiraf ederek şaşkınlığımı daha da arttırıyordu.
Yazıların Hindistan’ın yedi Rishi (kutsal) şehrinden birinden alınmış devasa
bir koleksiyonun yalnızca küçük bir parçası olduğunu öğrendiğimde, onları
görmek yönündeki sabırsızlığım da arttı. Çoğunun kaybolduğuna inanılıyordu. Yine de eskinin tozlarla kaplı hâlde karanlıkta bekleyen bu antik parçalarını görme fırsatım hâlâ vardı.
Günler boyu bu gizli hazineye ulaşmanın bir yolunu keşfetmeye çalışsam
da dostum, onları görme isteğimi nazik ama kararlı bir biçimde geri çevirmeyi sürdürdü.
“Oğlum” diyordu, sesinde bir parça hüzünle, “eğer elimde olsa bu arzunu yerine getirirdim ama bu mümkün değil. Onlar muhafazalarından
çıkarılmaması gereken kutsal emanetler. Dileğini yerine getirmeye cesaret
edemem.”
“Ama bir düşün. Doğru şekilde muhafaza edilmemiş ve bu yüzden muhafazaları içinde parçalanıp dağılıyor olabilirler.” dedim. “En azından
güvende olup olmadıklarını anlamak için onlara bakmamız gerekir.”
Fakat bu tartışma da bir sonuca varmadı. Altı ay geçmişti. Merak veya
tabletlerin durumu hakkındaki endişesi rahip dostum karşısında galip
gelmemi sağlamıştı. Bir akşam önündeki masada antik tabletlerden ikisi, bir
kumaş parçası üzerine bırakılmış hâlde duruyordu. Uzun zamandır saklı
duran tabletleri merakla inceledim. Görünüşe bakılırsa güneşte pişmiş kilden
yapılmışlardı ve aşırı derecede tozluydular. Tabletleri büyük bir dikkatle temizledikten sonra, dostumun yardımıyla öğrenmekte olduğum ölü lisanla yazılmış olan sembolleri çözmeye koyuldum.
Şans o akşam benden yanaydı, çünkü o iki değerli kil parçası öyle önemli
bilgiler veriyordu ki, ikimiz de onların Mu’nun gerçek kayıtları olduğu konusunda hemfikir olduk. Öte yandan, anlattıkları tarih ikinci tabletin
sonunda, oldukça ilginç bir noktada ve beklenmedik bir şekilde sonlanıyordu.
Başrahip bile tabletin geri kalanını görmek yönündeki merakını bastıramamıştı.
“Bu işi burada bırakmamız imkânsız, oğlum.” dedi. “Yarın tabletlerin geri kalanını getireceğim.”
Şansımıza, getirdiği diğer tabletler aynı seriden değildi. Bambaşka bir konuya değiniyorlardı ve birbirini takip eden tabletleri bulmak için tümünü dışarı çıkarmamız gerekiyordu. Bu bir sorun yaratmadı, çünkü tabletlerin
çoğu saklama koşullarının yetersizliği yüzünden kırılmıştı. Bunları macunla onardık. Onları tekrar kutulara yerleştirirken her tableti yumuşak kağıt ve pamukla sardım.
“Oğlum” dedi rahip, “inanıyorum ki bu hatıraları korumamı öğütleyen
kutsal bir uyarı, senin ağzından bana iletildi.”
Hemen ardından tabletlerin aylar süren ve yoğun bir konsantrasyon gerektiren çevirisine başladık, fakat sonunda ödülümüz bu çabamızın hakkını verecek türdendi. Yazılar detaylı bir şekilde dünyanın ve insanın yaratılışını ve insanın ilk kez ortaya çıktığı yeri, yani Mu’yu anlatıyordu.
İnsan hakkındaki büyük önem taşıyan bir sırrı açığa çıkardığımı fark ettiğimde diğer kayıp tabletleri aradım fakat bu çabam boşunaydı.
Hindistan’ın her yerindeki tapınakların başrahiplerine kendimi tanıtan mektuplar yolladım ama her seferinde soğukluk ve şüpheyle karşılandım.
“Bahsettiğin tabletleri hiç görmedim.” diyordu her biri ve şüphesiz de doğruyu söylüyorlardı. Dostum gibi, muhtemelen sadece muhafazaları görmüşlerdi.
Bir keresinde kayıp kayıtları arayışım sırasında Burma’daki antik bir Budist tapınağını ziyaret ettim.
“Nerden geliyorsun?” diye sordu başrahip, bana saklı bir şüpheyle bakarak.
“Hindistan’dan.” diyerek yanıtladım.
“O hâlde Hindistan’a geri dön ve onları bizden çalan hırsızlardan onları
sana göstermelerini iste.” dedi, ayaklarımın önündeki toprağa tükürdü ve
arkasını dönüp uzaklaştı.
Bu başarısızlıklar az da olsa cesaretimi kırmışsada tabletlerden zaten
oldukça değerli bilgi edindiğimden dolayı başka eski uygarlıklardan kalma
yazıları incelemeye ve onları Mu hakkındaki efsanelerle karşılaştırmaya karar
verdim.
Bunu yaptığımda erken dönem Yunan, Kalde, Babil, Pers, Mısır ve
Hindistan medeniyetlerinin şüpheye yer bırakmayacak biçimde Mu Uygarlığı’nın ardılları olduklarını öğrendim. Araştırmalarımı sürdürdüğümde
bu kayıp kıtanın Hawaii’nin kuzeyinde bir noktadan güneyde Fiji ve Paskalya
Adası’na kadar uzandığını ve şüphesiz insanoğlunun ilk yaşama alanı olduğunu
keşfettim. Bu güzel ülkede, daha sonradan dünyaya yayılan bir halkın yaşadığını ve ülkenin topraklarının 12.000 yıl önce korkunç depremlerle denize gömülerek bir ateş ve su girdabı içinde yok
olduğunu öğrendim.
Dünyanın yaratılışının orijinal bir hikâyesi de öğrendiklerim arasındaydı.
İnsanın ilk var olduğu yer Mu kıtasıydı. Bu hikâyeyi Mu’dan başlayıp, kaybolan kıtadan göç edenlerin yerleştiği Hindistan’a, Hindistan’dan Mısır’a, Mısır’dan Musa’nın onları kopyaladığı Sina Tapınağı’na ve Musa’dan da Ezra’nın (Üzeyir) 800 yıl sonraki hatalı çevirilerine kadar takip ettim. Bu,
Mu’nun gelenekleriyle bugün bildiğimiz yaratılış hikâyesi arasındaki büyük benzerlikleri gördüklerinde konuya yakından incelememiş olanlara bile akla
yatkın gelecektir.
#DefineRuHu
(James Churchward)
Hazırlayan:Hazal Merisana
 

oymak beyi

Moderator
Katılım
25 Ara 2020
Mesajlar
315
Puanları
92
o halde bulunan bu tablet yazılı ilk metin?
ölü lisanı nedir nasıl bisey dır acaba?
kutsal kitaplar bu durumda ne konuma yerleşiyor ki, işler karışıyor yav ☹️
 

Kamhi Leonard

Anu_ŞaVaN
VİP Üye
Katılım
20 Ocak 2020
Mesajlar
1,355
Puanları
150
Konum
YaŞaMıN OlduĞu HeR YeR

aga_0074

Youtube sayfamız Defineadresi TV
VİP Üye
Katılım
19 Ocak 2020
Mesajlar
1,049
Puanları
151
Deli filozofun biri taş atmış 40 milyon deli çıkarmaya çalıyor....bu konu ve kurandaki yaratılış hakkında derin bir araştırma yayinlicam...bence bu mu kıtası sadece Zeus yada diğer efsaneler gibi sadece uydurma...çünkü hiç bir belge hiç bir kanıt en ufak bir inandırıcılığı yok benim için...en ufak bir dayanağı olsa inanırdım o da yok....
 

oymak beyi

Moderator
Katılım
25 Ara 2020
Mesajlar
315
Puanları
92
İnsan dünyada ne zamandır var bir söyleyin bana bakalım...alın size soru....
sorunuzun cevabı söz konusu eserde var ustam. @sedegor ustam bu adam ve eseri hakkında, mu kıtası hakkında ve Adem as. in koyuldugu cennet hakkında ne düşünüyor acaba. ☹.. Bi süredir yazı da yazmıyor ki ufkumuz açılsın. inşallah bir iki kelime döker buraya
 

Kamhi Leonard

Anu_ŞaVaN
VİP Üye
Katılım
20 Ocak 2020
Mesajlar
1,355
Puanları
150
Konum
YaŞaMıN OlduĞu HeR YeR
kayıp atlantis mu kıtası bir hikayeden öteye gitmedi her 15 20 50 yılda bir güncellenip durdu yenilikler ve versiyonlar eklenerek..

zeus perseus hades Medusa mitolojide kaldığı gibi bir hikayeden öteye gitmedi
gören bilen duyan haklarında net bir tarihce kalıntı gören varmi ?
sümer lidya asur firingler misali
adamlar uydurmuş uydurmuş
yazip çizerek kendilerine hayali kahramanlar üretmişler

bizimde kasım paşa canavarı
vangölü canavarı mız var
ha birde küçüklüğümuz den kalma
ağanın en sevdiği Hul yabani var ????
 

aga_0074

Youtube sayfamız Defineadresi TV
VİP Üye
Katılım
19 Ocak 2020
Mesajlar
1,049
Puanları
151
Eğer ki Hz Adem a.s ile mu yu bir birine bağlarsan Hz Adem'in dünyaya çıplak geldiğini unutmamak gerekir, ve mu kar ise teknolojinin tavan yaptığı yer deniliyor, onuda geçtim Hz Adem'in dünyaya geldiği tarih ile mu nün dünyadaki zamanı arasındaki zamana bakılması gerekir...
 

oymak beyi

Moderator
Katılım
25 Ara 2020
Mesajlar
315
Puanları
92
iyi de ustam
Eğer ki Hz Adem a.s ile mu yu bir birine bağlarsan Hz Adem'in dünyaya çıplak geldiğini unutmamak gerekir, ve mu kar ise teknolojinin tavan yaptığı yer deniliyor, onuda geçtim Hz Adem'in dünyaya geldiği tarih ile mu nün dünyadaki zamanı arasındaki zamana bakılması gerekir...

iyi de ustam çıplak geldikten sonra medeniyeti kurmuş olamaz mı?
 

GÜLBAHÇELİ

VİP Üye
Katılım
4 Mar 2020
Mesajlar
1,542
Puanları
112
şunu da unutmayın yanılmıyorsam hz ademin dünyaya geldiği yer hindistanla arabistan arası olması lazım mu kıtasının olduğu yerle alakası yok insan yaratıldığında tekneloji okadar ilerimiydi birde nufus o kadar ilerlemiş olamaz bazı şeyleri düşünürseniz alakası olmadığının farkına varırsınız herşeyin doğrusunu ALLAH u taala bilir fazla muya filan kafayı takmayın
 
Üst