Diğer Dinlerde Kıble Anlayışı Ve Yönü

aga_0074

Youtube sayfamız Defineadresi TV
Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ocak 2020
Mesajlar
1,047
Tepkime puanı
2,635
Puanları
151
Hz. İbrahim’in getirdiği dinî esasları benimseyen Hanifler, Yahudiler ve Hıristiyanlar dışında da kıble anlayışına sahip olan din mensupları vardı. Çünkü eski zamanlarda Sâmi kavimler arasında dua ve ibadet zamanlarında gelişi güzel bir istikamete yönelinmezdi. Asıl yönlerin isimlerinden anlaşıldığına göre, Hıristiyanlar dışında, bütün Sâmi kavimler de Doğuya yönelerek ibadet etmişlerdir.

Hatta Essenilerin doğan güneşe doğru ibadet ettikleri; Suriye Hıristiyanlarının da tamamen doğu istikametine yöneldikleri belirtilmiştir. Bununla birlikte Sâbiîler, diğer ibadetlerinde olduğu gibi, namazlarında Kuzeye yönelmektedirler. Çünkü onlar, Kuzeyin, Işık Kralının ve Işık Âleminin mekanı ve tamamıyla nurla kaplı olduğuna inanmaktadırlar. Sâbiiler gibi Maniheistler de muhtemelen Kuzey Kutbuna yönelmektedirler. Onların inancına göre kâinatın en yüksek noktası, gök kubbesinin orta noktasıdır. Sâbiiler ve Maniheistlerin aksine, Harranilerin de Güney Kutbuna yöneldikleri söylenmektedir. Genellikle bir Hintli de, sabahleyin yatağından kalktığında güneşe doğru eğilir ve yüzünü Doğuya çevirerek sabah ibadetini yapar..

Görüldüğü gibi, başta Hz. İbrahim’in getirdiği dinî esasları benimseyen Hanifler, Yahudiler, Hıristiyanlar olmak üzere, hemen hemen her din sahibinin dua ve ibadet ederken yöneldiği bir kıblesi vardır. Bu husus, “Her birinin yöneldiği bir kıblesi vardır...” âyetinde en açık ifadesini bulmuştur. Şu halde İslam öncesi dönemde Yahudiler Beyt-i Makdis’e, Hıristiyanlar Doğuya, diğer din mensupları da yukarıda belirtilen yönlere dönerek ibadet etmişlerdir. Şüphesiz Hz. Muhammed’in de, geleneğe uyarak, namaz için bir kıble tesis etmiş olduğunu kabul etmek mümkündür. Nitekim Peygamber (a.s)’ın, hicretten önce, Mekke’de iken, namazını Kudüs’e yönelerek kıldığı bilinmektedir. Müslümanlara göre Mekke ile Kudüs yeryüzündeki iki kutsal yerdir...

Kur’ân-ı Kerim’de, Mescid-i Aksa ve çevresinin mübarek kılındığından bahsedilmiştir (İsra, 17/1)32.

Aynı şekilde Mekke’den de “Şehirlerin anası” diye söz edilmiştir (En’âm, 6/92).


__HIRİSTİYANLIK’TA KIBLE__
Yahudiler dua ve ibadetlerinde Beyt-i Makdis’e yöneldikleri halde, Hıristiyanlar Doğuya yönelerek ibadetlerini yapmaktadırlar. Bizans İmparatorluğu döneminde Kudüs Hıristiyanların eline geçmesine ve onlara göre de kutsal sayılmasına rağmen, Hıristiyanlar kiliselerini, doğu tarafına konulan çıkıntı veya altarla (sunak) birlikte, Doğuya dönük olarak yapmışlardır. Nitekim “Doğu Yönü” veya “Doğuya Yönelme” gibi manalara gelen “Orientation” kelimesi de, “Doğu” anlamına gelen “Orient”ten gelmektedir. Halbuki Doğu, pusula yönü olup herhangi bir kutsal yerin yönü olmadığı gibi, yönelme veya yön de herhangi bir pusula yönü ile ilişkileri ifade eder hale gelmiştir.

Gerçekte, hayat kaynağı sayılan güneş geceleyin kaybolduktan sonra tekrar Doğudan zuhur ettiğinden, ibadet esnasında Doğuya yönelmek eski putperestlerin bir uygulaması olup bu âdet ilk Hıristiyanlar tarafından da benimsenmiştir.

Çünkü Doğruluk Güneşi İsa Mesih Doğuda, Beytlehem’de doğmuştu (Matta, 2/1)16.
Ayrıca, İsa’nın doğumu üzerine gelen müneccimler de doğudan geldiği gibi, onun doğumuna işaret eden yıldızları da doğuda görmüşlerdi (Matta, 2/1-2)17.

Diğer taraftan, İsa Mesih’in doğum yeri olan Beytlehem, Kudüs’ün 5- 6 mil güneyinde bir köy olup İsa’nın doğumu anısına orada bir manastır içerisinde “Doğuş Kilisesi” inşa edilmiştir. İsa’nın geleneksel doğuş yeri olan mağarayı içine alan bu kilise, Hıristiyanlık’taki en eski kiliselerden birisidir. M.S. 330’da Konstantin I tarafından inşa ve altıncı asırda Justinyen tarafından da restore edilmiştir. Ayrıca bu kilise içerisinde Romalı veya Latin, Yunan veya Doğu Ortodoks ve Ermeni kiliselerine mensup Hıristiyanların kullanımına tahsis edilmiş bölümler vardır.
İsa’nın doğduğu yerde inşa edilen bu kilise Doğuda bulunduğundan dolayı, daha sonra inşa edilen diğer kiliseler, rahip ve cemaatin Doğu tarafta kurulan ilk altarla (sunak) yüz yüze gelebilmeleri için, Doğuya dönük olarak inşa edilmişlerdir. Buna rağmen, altarın Doğuda bulunmuş olması gerçeğinin, ibadet eden her Hıristiyan’ın yüzünü Doğuya döndürmüş olduğu anlamına gelmeyeceği; çünkü, en azından modern uygulamaya göre bir kilisede bulunan oturakların ibadete katılanların farklı farklı yönlere dönecekleri şekilde yerleştirilmiş olduğu belirtilmiştir...

Şu halde Hıristiyan kilise binalarında uzun bir seyir takip eden “yön” geleneği, kökenlerini Yahudi sinagoglarının “Kudüs Mabedine doğru” şeklindeki coğrafî yönlendirilişinden ziyade, Greko-Romen mabedlerinin “Doğuya doğru” şeklindeki evrensel yönlendirilişinden alır. Nâdir istisnalarıyla birlikte, genellikle yer kısıtlamaları yüzünden, ilk Hıristiyan kiliseleri bir Doğu-Batı ekseni üzerinde yönlendirilmişlerdir. Bununla birlikte, en eski kiliseler ve dördüncü yüzyılın büyük Konstantin bazilikaları, girişleri Doğuda olmak üzere, genellikle Batıyı gösterecek tarzda inşa edilmişlerdir. Ancak beşinci yüzyılla birlikte bu düzenleme, girişler Batıda ve kilisede yarım daire şeklindeki çıkıntılı kısım Doğuda ve ortaçağ kiliselerine de ölçü olacak şekilde aksi bir plana sebebiyet vermiştir. Manevi bir sebebe bağlı olmamakla birlikte, daha sonraki dönemlerde kiliselerin Doğuya döndürülmesine eskatolojik bir anlam da yüklenmiştir. Mesela görkem içinde gelecek olan İsa, İncil’de,

Doğudan gelecekmiş gibi tasvir edilmiş ve şöyle denilmiştir: “Çünkü şimşeğin şarkta çakıp garpta dahi görüldüğü gibi, İnsan Oğlunun gelişi de böyle olacaktır” (Matta, 24/27).

Bu sebeple, umumi dualarda olduğu gibi özel duada da Hıristiyan Doğuya dönmeye alışmış ve büyük ilk bazilikalarda yarım daire şeklindeki çıkıntılı kısımda bulunan ve "İnsan Oğlunun işareti” sayılan geniş bir mozaik Haç, onların dualarının odak noktasını oluşturmuştur. Böylece Doğuda, ibadet esnasında okunan duada Doğuya yönelme çok önceden zorunlu hale gelmiştir. Ayrıca kiliseler de Doğuya doğrudur. Hıristiyanlar bunun sebebini: “İsa bizim güneşimizdir ve bizim kaybettiğimiz cenneti Doğudan restore edecektir” şeklinde açıklamışlardır. Batı litürjisinde Doğuya yönelme Carolingan zamanlarında kural haline gelmiştir.
Ancak, o zamanlarda sadece Doğuya değil, bilakis pusulanın bütün yönlerine mecazi ve manevi yorumlar atfedilmiştir. Mesela bu anlayıştan dolayı İncil Kuzey yönüne doğru okunmuştur. Çünkü Kuzeyin, kovulmuş olan şeytanın gücünü temsil ettiğine inanılmıştır. Şüphesiz gerçek uygulamada Doğu-Batı ekseni kesin plana göre nâdiren düzenlenmiştir. Yine son zamanlarda kiliseleri pusulaya başvurmaksızın inşa etmek âdet olmuştur. Bu husus, modern insanın herhangi bir yöne yönelme sembolizmini çok zayıf bulabileceğine ve şehir arazilerinin bu geleneği yeniden ihdas etmeyi gerektirmeyecek kadar pahalı oluşuna bağlanmıştır...

Hıristiyanların dua ve ibadetlerini Doğuya dönerek yapmalarına gerekçe olarak, Hz. İsa’ya inanan Meryem adında bir kadının, onun mezarına akşam vakti giderken yolda İsa’nın gölgesini görüp ona secde etmesi ve o sırada İsa’nın yönü Batıya doğru olduğundan, bu kadının Doğuya yönelmiş olduğu söylenmektedir. Bu durumu gerçekçi bulmayan Biruni, gölgeye secde etmek suretiyle onun Rab kabul edilmiş olacağını; o esnada İsa’nın yönü Batıya doğru idiyse, o durumda da Hıristiyanların kıblesine arkasını dönmüş olacağını ileri sürmüştür. Biruni’ye göre Hıristiyanların Doğuya yönelerek ibadet etmelerinde Kilise Babalarının da rolü vardır26. Hıristiyanlık’ta, ibadet ve dua esnasında genellikle Doğuya yönelmek âdet olduğu gibi, İsa’yı Son Gün’de, Doğudan ihtişam içerisinde gelirken görebilmesi için, ölen kimseyi ayakları Doğuya gelecek şekilde gömmek de eski bir uygulamadır ve yer yer hala buna riayet edildiği de belirtilmektedir...




__YAHUDİLİK’TE KIBLE__
Kıble açısından önem arzeden diğer bir şehir de Kudüs’tür. Yahuda tepelerinde kurulan ve İsrail devletinin merkezi haline gelen bu şehir, Kral Davud tarafından Yebusiler’den alınışından (II. Samuel, 24/16-25) ve daha sonra oğlu Süleyman tarafından M.Ö. 950’lerde Beyt-i Makdis’in orada inşa edilişinden sonra İsrail dininin de merkezi olmuştur.
Yahve’nin huzurunun sembolü sayılan Ahid Sandığı’nın, Mabed’in en kutsal mekanında bulunuşu da oraya ayrıca bir kutsallık kazandırmıştır8 . Böylece dinî bir merkez haline gelen ve aynı zamanda Kral Davud’un tabiî şehri ve İsa Mesih’in de doğum yeri olan Kudüs’e Yahudiler ve Hıristiyanlar kutsal bir şehir olarak bakıyorlardı. Fakat aralarında ortak bir kıble anlayışı yoktu. Zaten Yahudiler de ancak Beyt-i Makdis’in inşasından sonra Kudüs’e dönerek dua ve ibadet yapmaya başlamışlardı.

Kudüs’ün Kral Süleyman tarafından kıble olarak tayin edilişi Kitab-ı Mukaddes’te şöyle anlatılmaktadır: “Fakat ya Rab Allah’ım, bugün senin önünde bu kulunun ettiği feryadı ve duayı işitmek için bu kulunun duasına ve yalvarışına yönel; ta ki, bu kulunun bu yere doğru edeceği duayı işitmek için gözlerin bu eve; ismim orada olacaktır dediğin yere, gece gündüz açık olsun. Ve bu yere doğru dua ettikleri zaman, bu kulunun ve kavmin İsrail’in yalvarışını işit; gökte, meskeninde işit ve işitince bağışla...
Ayrıca Beyt-i Makdis, İsrail’den olmayan ve uzak memleketlerden gelenlerin de kıblesi olacaktır: “Ve kavmin İsrail’den olmayan ecnebi de, senin ismin uğruna uzak memleketten gelince; gelip bu eve doğru dua edince; gökte, meskeninde işit ve ecnebinin sana feryat ettiği bütün şeylere göre yap, ta ki, kavmin İsrail gibi senden korkmak için, dünyanın bütün kavimleri senin ismini bilsinler ve yaptığım bu evin senin isminle çağrıldığını bilsinler...

Aynı şekilde, Kudüs’te bulunan İsraillilerin olduğu gibi, Kudüs dışında bulunan İsraillilerin de kıblesi idi: “Eğer kavmin, onları göndereceğin bir yoldan düşmanına karşı cenge çıkarsa ve Rabb’e, seçtiğin şehre ve ismin için yaptığım eve doğru dua ederlerse; o zaman dualarını ve yalvarışlarını gökte işit ve onların davasını gör...Sürgünde bulunan İsraillilerin de yine Beyt-i Makdis’e yönelerek ibadet etmeleri gerekiyordu...

Onları sürgün eden düşmanların memleketinde bütün yürekleriyle ve bütün canlarıyla sana dönerlerse ve onların atalarına verdiğin memleketlerine, seçtiğin şehre ve ismine yaptığım eve doğru sana dua ederlerse; o zaman gökte, meskeninde dualarını ve yalvarışlarını işit ve onların davasını gör..

Kral Süleyman’la başlayan kıble ve ona atfedilen önem konusundaki eski Yahudi uygulaması Daniel’in kitabında daha net bir şekilde göze çarpmaktadır. Dindar birisi olan ve M.Ö. 606-538 arasında yaşadığı belirtilen Daniel, Asurlu Nabukadnezar tarafından Babil’e sürgüne götürülmüştü. Yahudilerin “tutsaklığına” rağmen o, Babil’de yüksek devlet memuriyetlerinde bulunmuş, buna rağmen Kudüs’e karşı olan bağlılığını devam ettirmişti10 Daniel’in odasının pencereleri Kudüs’e doğru açıktı ve önceleri yaptığı gibi günde üç defa diz çöküp Kudüs’e doğru dua ederdi ...

Kral Süleyman’la başlayan Kudüs’e doğru yönelme uygulaması, Daniel’le birlikte daha belirgin hale getirilmiş ve günde üç defa olmak üzere vakitle kayıtlandırılmıştır. Kudüs, Romalılar tarafından ele geçirilişinden ve Beyt-i Makdis’in yıkılışından sonra da Yahudiler için dinî merkez ve kıble olma özelliğini sürdürmüştür. Hatta ortaçağlarda Hıristiyanların ve Müslümanların idaresine geçtiği sırada orada Yahudi nüfusu azdı. Fakat sürgündeki Yahudiler için Kudüs, bütün Yahudilerin dua esnasında yöneldikleri kutsal şehir olmaya devam etmiştir11. Beyt-i Makdis’in yıkılışından sonra inşa edilen sinagogların yönü de Kudüs’e doğru idi. Ayrıca, sinagogların, rulo halinde el yazması Tevrat tomarlarının saklandığı “Aron ha-Kodeş” adı verilen ve İslam’daki mihraba tekabül eden bölmeleri de Kudüs’e yönelik olarak yapılmıştır. Böylece Yahudilik’te, gerek evde gerek sinagoglarda, ibadet esnasında Kudüs’e dönülmektedir. Buna “mizrah (doğu yönü)” denilmektedir...

Her ne kadar Yahudiler dua ve ibadetlerinde Kudüs’e yönelseler de, “doğu yönü” ile de ilişkilerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Eski Ahid’de doğu, “mizrah-semes (gün doğusu, doğu yönü) ya da bir defaya mahsus olmak üzere sadece “mosâ (yükselmek) gibi ifadelerle açıklanan bir yöndür. Aynı kullanıma Yeni Ahid’de “anatole (doğu) şeklinde rastlanmaktadır...Şüphesiz güneş-ay gibi ışık veren cisimlerin doğuşu, eski insanlara yön tayininde yardımcı olmuştur. Böylece “ön” anlamına gelen “gedem” veya biraz kök değişikliğiyle “gdm”, Doğu’yu tanımlamak için sık sık kullanılmıştır....

Şu halde İbranilere göre Doğu, pusulanın belirleme noktası, güneşin doğuş yönü ve “ön” olarak kabul edilen bir yöndür. Aynı şekilde “Batı” da “arka” olarak kabul edilmektedir. Hatta Kudüs Mabedi’nin Doğu kapısı, güneş ışıkları ilkbahar ve gün dönümünde Kudüsülakdes'e girecek şekilde yapılmıştır. Ayrıca, “Doğu’ya doğru bakan kapı” ifadesi Hezekiel’in vizyonlarında göze çarpmaktadır...

aga_0074...iyi okumalar dilerim...
 
Üst Alt