Manisa45
Kayıtlı Üye
- Katılım
- 16 Ocak 2021
- Mesajlar
- 33
- Puanları
- 0
HAYATIMIZDA en çok kullandığımız cümlelerden birisi “Alın yazım böyleymiş” sözüdür. Peki nedir bu alın yazısı? Kader nedir? Kader değişir mi? Kişi kaderinden sorumlu mudur?
İmanın gelenekselleştirilmiş altı kuralı sayılırken kurallar arasında, “Kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek” maddesinin yer aldığını hepimiz biliriz. Elbette iman edilecek hususlar altı kuraldan ibaret değildir. Önemli bir hadiste İslam’a girecek bir insana takim edilecek İslam’ın beş genel, altı iman kuralı özetlenir. Madem ki “Kader’e” iman şarttır o halde kadere nasıl iman edeceğiz. Şöyle iman edeceğiz: Bizler daha annemizin rahmine düşmeden bizim yaşayacağımız her ayrıntı virgülüne, noktasına kadar -Allah’ın yüce ilminde- biliniyordu. Yüce Allah için zaman kaydı yoktur. Allah zamana mahkûm değildir. O’nun ilmi yaşanmış, yaşanacak bütün zaman ve mekânları kuşatır. Yüce Allah anne rahmine düşecek olan herhangi birimizin hayatını, ne yapacağımızı zamana ihtiyaç duymadan bildiği için de buna uygun olarak takdir etmiştir. Daha anlaşılır bir ifadeyle; yapacağımızı, biz yapmadan önce yazmıştır. İşte Yüce Allah’ın sonsuz ilmiyle, ne yapacağımızı bilmesi ve bizim de hayata geldiğimizde bunları birebir yaşamamıza “Kader veya alın yazısı” diyoruz.
Peki Yüce Allah’ın yaşayacaklarımızı bilmesi ve yazması bizi bunları yaşamaya mahkûm eder mi? Elbette hayır. Yüce Allah yaşayacağımızı vakti gelmeden evvel bildiği için yazmıştır. O zaman ikinci bir soru daha soralım. Peki biz bu eylemlerimizde tamamen hür müyüz? Allah’ın buna hiçbir müdahalesi yok mu? İşte bu noktada iki felsefi ekol devreye girer. Bunlardan biri klasik mekaniğin (Newton mekaniğinin) eşyada kullandığı katı ‘Determinizm’e benzeyen ‘cebriyecilik’tir. Buna göre Allah emreder -kuralları zorunlu kılar- kul ise yapar. Kişi kaderine mahkûmdur. Emreden Allah, yapan ise insandır. İşte bu anlayışta, “cebr-i mütevassıt” yani kayıtsız şartsız zorunluluk değil de, kısmi zorunluluk vardır. Yüce Allah’ın “Küll-i iradesi” -bütüncül irade-, kişinin cüz-i iradesine -kısmi iradesine- göre her zaman üstündür. Allah’ın dilediği yerde kulun iradesi askıya alınır, Allah’ın dileği olur, kulun iradesi bu noktada devre dışı kalır, anlayışıyla cevap verilir. Yüce Allah gerekçesini tam bilmediğimiz bir şeyden dolayı kişinin bir konudaki iradesinin zıddına hükmedebilir. Bu ihtimal her an geçerlidir. Ama bu müdahaleden kişi sorumlu olmaz.
Özetle insan sınırlı olmak kaydıyla eylemlerinde hürdür ve irade sahibidir. Bu zorunluluk ölçülü bir zorunluluktur.
İkinci ekol ise kişinin kendi kaderini yarattığını -insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır- iddia eden mutezile, kaderiye ekolüdür. Bu ekol de, bu anlayışıyla İslam’ın genel prensiplerine aykırı bir cepheyi temsil eder.
Yüce Allah her şeyi bir ölçü ve planla yaratmıştır. (Kamer Suresi, 49) alın yazısı olarak nitelendirilen kader de bu bütün içinde değerlendirilmelidir. Yüce Rabbin, bizim yapacaklarımızı bilerek yazması, bizi o şeyleri yapmaya zorlamaz. Tıpkı, astronomik hesaplar sonucunda bir yıl sonra Güneş’in tutulacağını, Güneş’in tutulacağı günü ve saati yazan bir takvim yaprağının Güneş’in tutulmasını etkilemediği gibi, yüce Allah’ın geleceği bilmesi de kişiyi o geleceğe mahkûm kılmaz. Aksi takdirde cinayet işleyen kişi şöyle demek hakkına sahip olurdu “Allah emretti, Allah yazdı ben de cinayet işledim”. Bu durumda -hâşâ- katili cinayete zorlayan Allah olurdu ve kişiye bu konuda hesap sorması zulüm olurdu. Halbuki iyiyi veya kötüyü yaratan Allah, o Allah kötüyü bir imtihan vesilesiyle yarattığını deklare etmiştir ve kötüden razı olmadığını da ilan etmiştir. İyiyi yaratıp da iyiden razı olduğunu da beyan eden yine yüce Allah’tır.
* * *
Biz kaderde -geleceğimizde- tek söz sahibi olanın Yüce Allah olduğuna iman ederiz. Bize rağmen -bütün tedbirlerimize rağmen- önümüze gelecek bir şeyden dolayı razı olmak da isyan etmemek de kadere imanın içindedir. Bizler helal ve haram, iyilik ve kötülük, günah ve sevap konularında eylemlerimizden tam sorumluyuz. Bu noktalarda Rabbimiz bizi özgür kılmış ve özgür irademizle yapacaklarımızı yazmıştır. Zaten kaderimizin bu ayrıntılarından sorumluyuz. Ama boyumuz bosumuz, gözümüzün rengi gibi, helal ve haram gibi, iyilik ve kötülük gibi konuların dışındaki özelliklerimizden sorumlu değiliz. Elbette bu da bizim kaderimizdir ama sorumluluk dışındaki daire ile ilgilidi
“Kadere iman eder, kederden emin olur” denmiştir. Elbette böyledir. Çünkü kaderi bütün detayıyla bilmek, kuşatmak mümkün değildir. İmamı Şafii gibi İslam âlimleri kader konusunda derin tartışmalara girmeyi hoş karşılamamışlardır. Öyle ya gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. İnsan bunu nasıl bilebilir ki... Kainatın ve insanın her zerresinde milyarlarca sır vardır. Bizler imtihan dünyasında sırlarla kuşatıldığımızın farkında olmalıyız. Hayatımıza, geleceğimize dair bütün tedbirleri almalıyız. Bundan sorumluyuz. Doğru olanı, iyi olanı, faydalı olanı Rabbin dileğini yapmak zorundayız. Karşılaştığımız bazı olayları sıcağı sıcağına çözmek zor olabilir. Bilmediğimiz binlerce hikmet olabilir. İnsanın sınırlı bilgi sahibi olduğu, gelecek hakkında tahminin ötesinde bilgisinin olamayacağını, Yüce Allah’ın her şeyi bilen olduğunu (Teğabun, 11) bilmek zorundayız. Onun için herhangi bir olaya isyan etmeden önce, kaderi suçlamadan önce kendimize dönmeliyiz. Kendimizi sorgulamalıyız. Zira Yüce Allah’ın külli iradesi, başıboş, hedefsiz ve hikmetsiz değildir. “Karada ve denizde oluşan felaketler bizim hak ettiklerimizden başka nedir ki.” (Rum, 41)
İşte İslam’ın öngördüğü “tevekkül” bütün bu unsurları yerine getirdikten sonra oluşacak tevekküldür. Yoksa kişi maddi ve manevi tedbirleri olmadan tevekkül ederse, bu tevekkülden de sorgulanacaktır. “Hayır, kim (güzel davranışı ve) iyilikte bulunur da kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. ( Bakara, 11 2 )
İmanın gelenekselleştirilmiş altı kuralı sayılırken kurallar arasında, “Kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek” maddesinin yer aldığını hepimiz biliriz. Elbette iman edilecek hususlar altı kuraldan ibaret değildir. Önemli bir hadiste İslam’a girecek bir insana takim edilecek İslam’ın beş genel, altı iman kuralı özetlenir. Madem ki “Kader’e” iman şarttır o halde kadere nasıl iman edeceğiz. Şöyle iman edeceğiz: Bizler daha annemizin rahmine düşmeden bizim yaşayacağımız her ayrıntı virgülüne, noktasına kadar -Allah’ın yüce ilminde- biliniyordu. Yüce Allah için zaman kaydı yoktur. Allah zamana mahkûm değildir. O’nun ilmi yaşanmış, yaşanacak bütün zaman ve mekânları kuşatır. Yüce Allah anne rahmine düşecek olan herhangi birimizin hayatını, ne yapacağımızı zamana ihtiyaç duymadan bildiği için de buna uygun olarak takdir etmiştir. Daha anlaşılır bir ifadeyle; yapacağımızı, biz yapmadan önce yazmıştır. İşte Yüce Allah’ın sonsuz ilmiyle, ne yapacağımızı bilmesi ve bizim de hayata geldiğimizde bunları birebir yaşamamıza “Kader veya alın yazısı” diyoruz.
Peki Yüce Allah’ın yaşayacaklarımızı bilmesi ve yazması bizi bunları yaşamaya mahkûm eder mi? Elbette hayır. Yüce Allah yaşayacağımızı vakti gelmeden evvel bildiği için yazmıştır. O zaman ikinci bir soru daha soralım. Peki biz bu eylemlerimizde tamamen hür müyüz? Allah’ın buna hiçbir müdahalesi yok mu? İşte bu noktada iki felsefi ekol devreye girer. Bunlardan biri klasik mekaniğin (Newton mekaniğinin) eşyada kullandığı katı ‘Determinizm’e benzeyen ‘cebriyecilik’tir. Buna göre Allah emreder -kuralları zorunlu kılar- kul ise yapar. Kişi kaderine mahkûmdur. Emreden Allah, yapan ise insandır. İşte bu anlayışta, “cebr-i mütevassıt” yani kayıtsız şartsız zorunluluk değil de, kısmi zorunluluk vardır. Yüce Allah’ın “Küll-i iradesi” -bütüncül irade-, kişinin cüz-i iradesine -kısmi iradesine- göre her zaman üstündür. Allah’ın dilediği yerde kulun iradesi askıya alınır, Allah’ın dileği olur, kulun iradesi bu noktada devre dışı kalır, anlayışıyla cevap verilir. Yüce Allah gerekçesini tam bilmediğimiz bir şeyden dolayı kişinin bir konudaki iradesinin zıddına hükmedebilir. Bu ihtimal her an geçerlidir. Ama bu müdahaleden kişi sorumlu olmaz.
Özetle insan sınırlı olmak kaydıyla eylemlerinde hürdür ve irade sahibidir. Bu zorunluluk ölçülü bir zorunluluktur.
İkinci ekol ise kişinin kendi kaderini yarattığını -insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır- iddia eden mutezile, kaderiye ekolüdür. Bu ekol de, bu anlayışıyla İslam’ın genel prensiplerine aykırı bir cepheyi temsil eder.
Yüce Allah her şeyi bir ölçü ve planla yaratmıştır. (Kamer Suresi, 49) alın yazısı olarak nitelendirilen kader de bu bütün içinde değerlendirilmelidir. Yüce Rabbin, bizim yapacaklarımızı bilerek yazması, bizi o şeyleri yapmaya zorlamaz. Tıpkı, astronomik hesaplar sonucunda bir yıl sonra Güneş’in tutulacağını, Güneş’in tutulacağı günü ve saati yazan bir takvim yaprağının Güneş’in tutulmasını etkilemediği gibi, yüce Allah’ın geleceği bilmesi de kişiyi o geleceğe mahkûm kılmaz. Aksi takdirde cinayet işleyen kişi şöyle demek hakkına sahip olurdu “Allah emretti, Allah yazdı ben de cinayet işledim”. Bu durumda -hâşâ- katili cinayete zorlayan Allah olurdu ve kişiye bu konuda hesap sorması zulüm olurdu. Halbuki iyiyi veya kötüyü yaratan Allah, o Allah kötüyü bir imtihan vesilesiyle yarattığını deklare etmiştir ve kötüden razı olmadığını da ilan etmiştir. İyiyi yaratıp da iyiden razı olduğunu da beyan eden yine yüce Allah’tır.
* * *
Biz kaderde -geleceğimizde- tek söz sahibi olanın Yüce Allah olduğuna iman ederiz. Bize rağmen -bütün tedbirlerimize rağmen- önümüze gelecek bir şeyden dolayı razı olmak da isyan etmemek de kadere imanın içindedir. Bizler helal ve haram, iyilik ve kötülük, günah ve sevap konularında eylemlerimizden tam sorumluyuz. Bu noktalarda Rabbimiz bizi özgür kılmış ve özgür irademizle yapacaklarımızı yazmıştır. Zaten kaderimizin bu ayrıntılarından sorumluyuz. Ama boyumuz bosumuz, gözümüzün rengi gibi, helal ve haram gibi, iyilik ve kötülük gibi konuların dışındaki özelliklerimizden sorumlu değiliz. Elbette bu da bizim kaderimizdir ama sorumluluk dışındaki daire ile ilgilidi
“Kadere iman eder, kederden emin olur” denmiştir. Elbette böyledir. Çünkü kaderi bütün detayıyla bilmek, kuşatmak mümkün değildir. İmamı Şafii gibi İslam âlimleri kader konusunda derin tartışmalara girmeyi hoş karşılamamışlardır. Öyle ya gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. İnsan bunu nasıl bilebilir ki... Kainatın ve insanın her zerresinde milyarlarca sır vardır. Bizler imtihan dünyasında sırlarla kuşatıldığımızın farkında olmalıyız. Hayatımıza, geleceğimize dair bütün tedbirleri almalıyız. Bundan sorumluyuz. Doğru olanı, iyi olanı, faydalı olanı Rabbin dileğini yapmak zorundayız. Karşılaştığımız bazı olayları sıcağı sıcağına çözmek zor olabilir. Bilmediğimiz binlerce hikmet olabilir. İnsanın sınırlı bilgi sahibi olduğu, gelecek hakkında tahminin ötesinde bilgisinin olamayacağını, Yüce Allah’ın her şeyi bilen olduğunu (Teğabun, 11) bilmek zorundayız. Onun için herhangi bir olaya isyan etmeden önce, kaderi suçlamadan önce kendimize dönmeliyiz. Kendimizi sorgulamalıyız. Zira Yüce Allah’ın külli iradesi, başıboş, hedefsiz ve hikmetsiz değildir. “Karada ve denizde oluşan felaketler bizim hak ettiklerimizden başka nedir ki.” (Rum, 41)
İşte İslam’ın öngördüğü “tevekkül” bütün bu unsurları yerine getirdikten sonra oluşacak tevekküldür. Yoksa kişi maddi ve manevi tedbirleri olmadan tevekkül ederse, bu tevekkülden de sorgulanacaktır. “Hayır, kim (güzel davranışı ve) iyilikte bulunur da kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. ( Bakara, 11 2 )