- Katılım
- 19 Ocak 2020
- Mesajlar
- 1,049
- Puanları
- 151
1. Bölümün sonunda * Lahti ve Cesedi isteyen örgüt Kimdir? * Lahit nerededir, Ceset nerededir? * İncelemeyi yapan bilim adamı kimdir? Cesetten parça örneği alıp saklamışmıdır? Şeklinde cevapsız kalan sorularımız vardı. Bu yazı da bu sorulara belgeler ile cevap verip sır perdesini aralayacağız.
Cesedi ve Lahdi isteyen örgüt Kendilerini gül haç örgütünün mirasçısı kabul eden İtalya’da ayrılıkçı bir mason locasıdır. Locanın büyük üstadı zengin bir sanayici olan Alberto Francesco Agustin tarafından Medusa’nın ele geçirilmesi amacı ile dönemin ünlü türk masonlarından Bahattin Şakir görevlendirilmiştir. Bahattin Şakir Osmanlı Locasında 32 derecede masondur ve sıkı bir Abdülhamid düşmanıdır. Şakir’in Almanya’nın Mainheim şehrinde yaşayan 2. kuşaktan torunu dedesinin aldığı notlardan ve yazdığı bazı mektuplardan derleyerek ilettiği bilgiler olayın üzerindeki sır perdesini aralamaktadır.
O dönemde Abdülhamid hanın akılcı stratejisi yüzünden Şakir amacına bir türlü ulaşamamıştır. Lahit Molla Fenari camiinin avlusuna getirilince gece vakti Bahattin Şakir’in adamları tarafından bölgenin zaptiye komiserine de rüşvet verilmek sureti ile çalınarak önce büyük adada Erzurumlu Aram efendi isimli bir başka masonun yazlık köşküne daha sonrada İstanbul’a ticaret amacı ile gelen bir İtalyan gemisi ile İtalya’ya gönderilmiştir. Muhtemelen lahit halen İtalya da faaliyet gösteren locanın elinde bulunmaktadır. Abdülhamid’in cesedi incelettiği kişi ise Nobel tıp ve füzyoloji ödülü sahibi bakterioloji biliminin kurucusu Ünlü Alman biyolog Roberth Kochtur. Koch inceleme amacı ile cesetten parçalar almış ve detaylı günlükler tutmuştur. Ölümünün ardından muhtemelen bu notlar ve ceset parçaları da mason locasının eline geçmiştir. Bu hususta işaretler olmasına rağmen çok net bilgiler yoktur. Bahattin Şakir’in büyük üstad Alberto Francesco Agustin’e ithafen lahdi çaldıktan hemen sonra kendi antetli kağıdıyla İngilizce olarak yazdığı mektupta olayları açıkça ifade etmektedir. Mektubun orjinali halen torununda bulunmaktadır. Ricamızı kırmayarak şu anda ekranda gördüğünüz orijinal fotoğrafını vermiştir. Mektupta tam olarak yazanlar şunlardır; Yüce üstad hazretleri; Tanrı biliyor ki önemli vazifemi yerine getirmek için bir senedir gece gündüz demeksizin çalıştım. Nitekim saraydaki kızıl Abdülhamid’in nasıl bir mel’un olduğu hepinizce malumunuz diğer hadiselerde de olduğu üzere bu hadisede de amacımızı engellemek adına elinden gelen çabayı sarf etmektedir.
Zira bu Melun sultan teşkilatlarını kullamak suretiyle her ne kadar bizi tam bir gaflete düşürmeyi arzu etmişse de tam manası ile muvaffak olamamıştır. Tabutu gazetelerde boş şekilde teşhir ederek hem ahalinin merakının abes olduğunu anlatmış hem de kendisini bilateminat altına acüs eylemiştir. Siz yüce ekselanslarınıda tam manası ile çileden çıkartan bu cüret-i teşebbüsün ardından gazetelerin tüm nüshalarını cem etmek ve bertaraf etmek için cemiyetimiz 2 köşk baha altın harcamıştır. En nihayetinde tabutun bulunduğu molla fenari camii mıntıkasına bakan zaptiye komiserine abad miktarda altın vererek acüs eyledik. Bir vapur yardımı ile gece vakti Erzurumlu aram efendinin büyük adadaki yazlık köşkünün tenha bir kısmına derc eylemeye muktadir olduk. Lakin tabutun içerisinde kutsal varlıktan ne bir iz ne bir nişan yoktur. Bu hususta size acizane tavsiyem melun sultanın Alamanya’dan getirtip cemiyetimizin kutsal sırrını incelettiği doktor Roberth Koch ile görüşmeniz olacaktır. Tabutu İtalya’ya ne zaman nakil edeceğimizi bize telgrafla söyleyiniz lütfen. Malumunuz üzere İstanbul’dan nakil yapacak Türk gemisi bulmak hayli zordur. Bu yüzden İtalya’dan ticaret maksadı ile gelen gemilerle tabutu nakil etmek daha zahmetsiz olacaktır. Lakin bu gemilerde öyle her istenildiği vakit İstanbul rıhtımlarında bulunamamaktadır. Bu sebeple gerekli nakil zamanını bize bildirirken bu müddeti de dikkate almanızı arz ederim Aciz kulunuz Bahattin Şakir. Bahattin Şakir tıbbiye mektebini bitirmiş iyi derecede İngilizce almanca İtalyanca Arapça ve Farsça bilen bir doktordu. Ayrıca ikinci meşrutiyet döneminde mebusluk yapmış, Türk adli tıp kurumu’nun kuruculuğunun yanı sıra Teşkilat-ı Mahsusanın da kurucu üyeleri arasında yer almaktadır. İttihat ve teraki üyesidir. Osmanlı Hükümeti tarafından 14 Mayıs 1915’te çıkarılan Tehcir Kanunu’nu uygulama görevi Teşkilat-ı Mahsusa örgütüne verilmişti. Teşkilatın bölüm şefi Bahattin Şakir, 1910’daki Jön Türk Kongresi’nde Ermeni tehcirini gündeme getiren kişi idi. Kanunun çıkmasından sonra tehciri planlayıp uygulayan asıl kişi oldu.
Ancak bir çok konuda sarayın tasvip etmediği örgütlenmelerin içerisinde bulunduğu için birkaç defa tutuklanmış Mondros Mütarekesi’ndan sonra “Nemrut Mustafa Divanı” adıyla anılan mahkeme tarafından gıyabında yargılanarak “savaş çıkarmak” ve ” Ermeni katliamı” nedeniyle idama mahkûm edildi. 2 Kasım 1918’de Enver Paşa ve Talat Paşa ile birlikte bir Alman savaş gemisiyle Sivastopol üzerinden Berlin’e kaçmıştır. Yine ünlü Türk masonların’dan İbrahim Temo ve Abdülhamid’e devrildiğini bildiren heyette yer alan dönme Emanuel Karasu’nun samimi dostu aynı zamanda bağlı bulundukları mason locasından da loca arkadaşı idiler. 17 nisan 1922 de bir suikast sonucu Berlin’de öldürülmüştür. Ancak bu tarihe kadar zaman zaman bağlı bulunduğu locadan ve diğer masonlardan lahitle ve Medusa ile ilgili bilgi almış bu bilgilere de notlarında kısa kısa yer vermiştir. Ayrıca ekranda gördüğünüz lahdin nakil edildikten sonra İtalya’da çekilmiş elimizdeki son fotoğrafı da yine şahsi notları arasından çıkmıştır. Makul bir görüş yürütmek gerekirse Abdülhamid Han’ın tahttan inmeden önce cesedi imha ettirmiş olması kuvvetle muhtemeldir, yinede incelemeyi gerçekleştiren Doktor Roberth Koch’un elinde cesedin parçaları olduğu bilinmektedir ve muhtemelen bu parçalar günümüzde bahse konu örgütün elindedir ve yeni teknolojik gelişmeler kullanılarak parçalara dna ve bezeri testlerin yaptırılmakta olduğu’nu tahmin etmek güç değildir. Ancak yazıktır ki bu konuya dair elimizde bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bahattin Şakir’in torununda dedesinden kalan bu ve bir çok başka nemli olaya ışık tutacak daha detaylı notlar da vardır ancak kendisi kişisel güvenliğini gerekçe göstererek daha fazla bilgi vermeyi red etmiştir.
Şeklinde cevapsız kalan sorularımız vardı. Bu yazımızda bu sorulara belgeler ile cevap verip sır perdesini aralayacağız. Cesedi ve Lahti isteyen örgüt Kendilerini gül haç örgütünün mirascısı kabul eden italya’da ayrılıkcı bir mason locasıdır. Locanın büyük üstadı zengin bir sanayici olan A.A tarafından medusanın ele geçirilmesi amacı ile dönemin ünlü türk masonlarından B’yi görevlendirilmiştir. B, Osmanlı Locasında 32 derecede masondur. B’nin Almanya’nın Maynhaym şehrinde yaşayan 2. kuşaktan torunu dedesinin aldığı notlardan ve yazdığı bazı mektuplardan derleyerek ilettiği bilgiler olayın üzerindeki sır perdesini aralamaktadır. O dönemde Abdülhamid Han’ın akılcı stratejisi yüzünden B. amacına bir türlü ulaşamamıştır. Lahit Molla Fenari camiinin avlsuna getirilince gece vakti B’nin adamları tarafından bölgenin zaptiye komiseriyle anlaşmak sureti ile çalınarak önce Büyük Ada’da Erzurumlu A. Efendi isimli bir başka masonun yazlık köşküne daha sonrada İstanbul’a ticaret amacı ile gelen bir İtalyan gemisi ile italya’ya gönderilmiştir. Muhtemelen lahit halen İtalya’da faaliyet gösteren locanın elinde bulunmaktadır. Abdülhamid’in cesedi incelettiği kişi ise Nobel tıp ve füzyoloji ödülü sahibi bakterioloji biliminin kurucusu Ünlü Alman biyolog Roberth Kochtur. Koch inceleme amacı ile cesetten parçalar almış ve detaylı günlükler tutmuştur. Ölümünün ardından muhtemelen bu notlar ve ceset parçalarıda mason locasının eline geçmiştir. Bu hususta işaretler olmasına rağmen çok net bilgiler yoktur. B.’nin büyük üstad A.A’ya ithafen lahti çaldıktan hemen sonra kendi antetli kağıdıyla İngilizce olarak yazdığı mektupta olayları açıkça ifade etmektedir. Mektupun orjinali halen torununda bulunmaktadır. Ricamızı kırmayarak şu anda ekranda gördüğünüz orijinal fotoğrafını vermiştir. ----- Medusa yunan mitolojisinde yasamis bir yaratiktir fatih sultan mehmet doneminde bir heyet sultanla gorusmek ister fatih sultan mehmette bu heyeti reddetip veziriazamla gorusmesini ister heyet illada padisahla gorusmek istedigini soyler ama fatih sultan mehmet yine reddeder. heyet bu sefer veziriazamla gorusur ve yerebatan sarnicinda su anda kapali olan yerlerde bir hazine oldugunu soyler. veziriazam bunu fatih sultan mehmede soyler ve fatih heyeten bir kisiyle gorusmeyi kabul eder. bu kisi huzura ciktigi zaman soyle demistir:hunkarim yerebatanda bir hazine var ama bu hazine ne altin nede paradir sadece bir lahittir. bunu bize teslim ederseniz size ne isterseniz veririz. fatih heyetin istegini reddeder ve olay o donemde kapanir. aradan uzun yillar gecer ve heyetin o zamanki adamlari sultan abdulhamitle gorusmek ister. sultan abdulhamitede ayni seyleri anlatan adamlar abdulhamit tarafindanda reddedilir. Ama sultan abdulhamit heyetiyle birlik lahiti bulur ve acilmasini emreder. lahiti actiklarinda butun hepsi sok olur lahitin icinde az curumus basi yilanli belinin alti yilan olan bir kadin vardir. sultan abdulhamit bunu kimseye soylenmesini ama sadece lahitin acilmaden sergilenmesini ister ve onca zorlukla lahit su anki fatih caminin oraya getirilip sergilenir. Ordanda gene binbir zorlukla fener cami yanlis hatirlamiyosam oraya bir yere birakilir ve olay kapanir ama hala arkeologlar ve bilim adamlari olayin ustunde calismaktadir. olay arastirilmisitir resimde fatih camindeki lahitin resmidir.
Kaynak : http://www.bilimist.com/blog-131/osmanlida-yasanan-medusa-olayi.html
Peki bunun Osmanlı ile ilişkisi nedir?
Yıl 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna, Venedik’ten, İtalyan asıllı bir heyet gelir. Sultan’a sunmak üzere,birçok değerli hediyeler vardır yanlarında. Araya hatırlı kişileri, elçileri aracı yaparak, Fatih Sultan Mehmet ile ısrarla görüşme talep ederler. Padişah, gelen bu heyeti, onca rica ve minnete rağmen huzuruna kabul etmez. Elçilerle görüşmesi için Vezir-i Azam’ı görevlendirir. Venedik’ten gelen bu heyet, çaresiz, Vezir-i Azam ile görüşürler. Görüşmenin konusu: “Sultanahmet’te bulunan Yerebatan Sarnıcı ve içinde bulunan hazine” ile ilgilidir. Görüşmenin konusu oldukça ilgi çekicidir.
Hazineden bahseden heyet, Vezir-i Azam’a hazinenin yerini söylemez… Hazinenin yerini söylemek için şu şartı önesürerler: “Hazinenin yerini, sadece Padişah’a” söyleyeceklerdir.” Bunun için, tekrar Padişah’tan görüşme talebinde bulunurlar. Vezir-i Azam, heyet ile aralarında geçen konuşmaları Padişah’a aktarır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın siyasi dehası bilinmektedir. “Bu işin içinde bir iş olabilir.” diyerek heyetten bir temsilci ile görüşmeyi kabul eder. Belirlenen tarihte, seçilen temsilci, Fatih’in huzuruna çıkar ve şunları anlatır;
Yerebatan Sarnıcı diye bilinen mekânın içersinde bir hazine vardır. Hazine denilen şey; altın, gümüş, mücevher gibi maddi değeri olan şeyler değildir. Hazine, özel yapılmış bir lahit ve lahdin içindeki cesettir.”
Bu lahit ve içindeki ceset, Venedikli elçiye göre, ‘hazine değerindedir.’ Cesedin ise ‘Medusa’ diye adlandırılan efsanevî kişiye ait olduğu belirtilir. Bu ceset, mumyalanmış haldedir, Medusa diye tabir edilen saçları yılanbaşı ile yaratığı andıran bir şekildedir. Fatih Sultan Mehmet Han’dan talepleri ise; ‘kendileri için çok önemli olan bu lahdi ve içindeki cesedi’ gelen bu heyete vermeleridir. Bu lahdin ve içindeki cesedin kendilerine verilmesi karşılığında da, Fatih’e birçok şey önerdikleri bilinmektedir. ‘Venedik’ten gelen bu heyetin Hıristiyanlarla bir alakası yoktur, bu gizemli, tarikat tapınak şövalyelerinin devamı olan Gül Ve Haç örgütüne hizmet etmektedir.
Fatih dönemi ile alakalı Bundan sonrası hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır…Fatih Sultan Mehmet’in bu lahdin, çıkarılıp çıkarılmamasına izin verip vermediği ile ilgili sır bilgiler Abdülhamid Han’a kadar ulaşır. Abdülhamid Han, bu eksik kayıtları büyük bir ilgi ile takip eder ve işin ehillerine de konuyu incelettirir.
Abdülhamid Han’ın bu işle ilgilenerek takip etmesi, Medusa ile ilgili olarak, tarihi yanlışların önüne geçilmesini sağlamıştır. Sultan’ın uzak görüşlülüğü sayesinde, maksatlı olarak çarpıtılan bazı bilgilerin, doğru bir şekilde günümüze kadar ulaşması temin edilmiştir. Sultan Abdülhamid Han’ın, gizemli olaylara, sırlı hikâyelere olan ilgisi bilinmektedir. Sherlock Holmes’in hikâyelerini, İngilizce’den Osmanlıca’ya çevirttiği, okuduğu ve kütüphanesine koyduğu yine Homeros’un, İlyada ve Odysseia isimli eserlerini de aynı şekilde çevirtip, okuduğu bilinmektedir.
Abdülhamid Han’nın, Medusa ile ilgilenmesinin sebebi, Sultan’a, bu konu ile ilgili olarak yine birkaç elçinin geldiği, Vezirlerine, Yerebatan Sarnıcı’ndaki hazine ile ilgili bir şeyler fısıldadıkları, bu konuya olan ilgisini daha da arttırmıştır. Abdülhamid Han, Devlet-i Âliye’nin bunca işi arasında, bu konuyu da ihmal etmemiş, görevlendirdiği birkaç kişi ile bu konunun iyice araştırılmasını sağlamıştır. Medusa ile ilgili olarak gelen heyetle, Sultan’ın vazife verdiği görevliler temasa geçmiş, edinilen bilgiler Padişah’a rapor edilmiştir.
Araştırma neticesinde, gelen kişilerin kimlikleri ve italyan bir mason locası adına geldiklerini öğrenen Sultan Abdülhamid Han, bu heyetin taleplerini geri çevirmiş ve heyetten aktarılan bilgiler doğrultusunda da bu lahdi çıkarmaya karar vermiştir. (Arada yine birçok olay olmuştur ki, biz bu kısımları şimdilik geçiyoruz.)
Abdülhamid Han’ın görevlendirdiği bir heyet,’Medusa’ ile ilgili çalışmaya başlamış, bu ekibe Yıldız İstihbarat teşkilatının ’nın en seçkin üyeleri de eşlik etmiştir. Uzun uğraşlar sonucunda, Yerebatan Sarnıcı’nın -bugün kapanan dehlizlerinde- söz konusu lahit bulunmuştur. Burada size kısa bir not aktarmakta fayda var;
Bugünkü Yerebatan Sarnıcı birçok dehlizlere sahiptir. Bir ucu Haliç’e, bir ucu Ayasofya’ya hatta “Binbirdirek Sarnıcı” ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Günümüze gelene kadar, dehlizlere duvarlar çekilmiş, ağızları kapatılmış, birçok sırrı da örtülmüştür. Hatırlanacağı gibi yakın bir tarihte “Ayasofya’nın Sırrı Ortaya Çıktı” diye büyük bir hengâme kopmuş ve bu olay medyada geniş yankı bulmuştu. Bu dehlizlerden birine girilmiş ve çekimler yapılmıştı. Bir grup arkeolog ve bilim adamı eşliğinde yapılan bu çalışmalar neticesinde, Ayasofya’nın 150-200 metre altındaki derinliklerde su kuyularının bulunduğu, İngilizlerin İstanbul’u işgal ettikleri dönemde, İngiliz askerlerinin bu kuyulara girip öldükleri anlaşılmıştır.
Ölen askerlerin eşyaları da teşhir edilmiştir. Yapılan bu çalışmalar neticesinde, dehlizlerin nerelere kadar gittiği bilinmiyor, bu konuda yapılan çalışmalar ne aşamada bilmiyoruz. Acaba yapılan bu çalışmaların Medusa’nın lahdi ile ilgisi var mı, bilmiyoruz… Yine geçtiğimiz günlerde, İstanbul’un röntgeni çekilmiştir. Bu çekimler neticesinde, bugünkü Çemberlitaş’ın alt kısımlarında, Yerebatan Sarnıcı gibi bir yapının olduğu tespit edilmiştir. Sarnıcın korunması ile ilgili medyada son zamanlarda birçok haber çıkmaktadır. Sarnıcı korumak için üzerindeki bazı yerlerin kapatılacağı söylenmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Dünya Bankası’nın da finans ayırdığı bilinmektedir. Acaba bu bölgeye olan ilgi nedendir?
Biz yine konumuza dönelim; Abdülhamid Han’ın araştırmaları netice vermiş ve lahit bulunmuştu. Abdülhamid Han lahdi bizzat yerinde görmüş, tonlarca ağırlıktaki bu lahdin kapağı indirilmiş, lahdin içinde görenleri dehşete düşüren bir yaratık görülmüştür. İnsan başına benzeyen, kıvrımlı kıvrımlı dev bir yılan gibi, mumyalanmış, ancak bozulmaya başlamış bu yaratığı, orada bulunan çok az kişi görmüş ve onu görenler hayretler içerisinde kalmışlardır.
Abdülhamid Han, bir fermanla, lahdin derhal korunmaya alınmasını, görülen bu lahdin ve içindeki yaratığın kimseye anlatılmamasını emretmiştir. Abdülhamid Han, bu konuyla ilgili olarak, ne yapacaklarına dair istişare etmek için, derin ehl-i ulema ve gönül gözü açık kişilerle çok gizli bir toplantı yapmıştır. Yapılan bu toplantı neticesinde; ortaya bir çok görüş atılmasına rağmen, şu görüş ağırlık kazanmıştır; Lahit ve içindeki cesed, halkta çeşitli fitnelere sebep olunmaması için gizlenecektir. Ancak Abdülhamid Hanın, bu konuyla alakalı bir tereddütü vardır: Bu lahdi tekrar saklarlarsa, bu lahdin sırrını bilen şer güçler, ona büyük önem atfedenler, bu lahdin yerini tekrar öğrenebilirler mi?
Ertesi sabah ayrı bir heyetle konuyu istişare eden Sultan Abdülhamid Han, yine zekice bir karar vermiştir; Lahit, gün ışığına çıkarılacak ancak içindeki ceset?Abdülhamid Han, bu cesedin neye ait olduğunu merak etmiş ve öğrenmek istemişti. Bu ceset, neye ait olabilirdi? Bunun için yurt dışından ünlü bir biyolog bilim adamı getirildi. Cesedi, bu bilim adamına gösterdiler. Cesedi gören bilim adamı, dehşete düştü. Getirilen bu bilim adamı, incelemesinin neticesini Padişaha sundu. Raporda şu ibareler oldukça dikkat çekiciydi; “Bu bozulmaya başlamış olan, dev görünümlü, insan başına benzeyen, yılan gibi kıvrılmış bu yaratık, muhtemelen dinozor çağından kalan dev bir yılan veya dinozora benzeyen bir yaratık…”
Bozulmaya başlamış olan bu mumya, insan başını andırdığı için mi insan denmekteydi? Acaba bu cesedi halk görseydi ne derdi? Belki de ‘dev bir ejderha’ diye adlandıracaktı. En ilginç olanı ise, o lahdin orada olduğunu ve lahdin sırrını bilen birilerinin asırlarca orada ayin yapmalarıdır. Fatih dönemi osnanlı arşivlerinde bir kayıtta konu ile alakalı şöyle bir belgeye rastlanmaktadır. Bir çingene çocuğu, oyun oynarken dehlizlerden birine girmiş, çıkamamış, cesedi gördükten sonra o da sırra vakıf olmuş, dışarı çıktıktan sonra tüm İstanbul halkına: “Ben Şahmeran’ı gördüm” demesiyle ve bu söylentinin yayılmasıyla olayın boyutu başka bir yöne kaymıştır.
Abdülhamid dönemine dönecek olursak;Tonlarca ağırlıktaki bu lahdi, devrin en güçlü hamal ve tulumbacıları, urganlarla, bin bir güçlükle gün yüzüne çıkarmışlar, bugünkü Fatih Camii’nin avlusuna götürüp, halka kısa bir süreliğine teşhir etmişlerdir. Sultan Abdülhamid Han’ın emriyle lahdin resmi çekilmiş ve devrin gazetelerinde yayınlattırılmıştır. İşte o dönemde yayınlanan Resimli Gazete de çıkan bu belgeyi şu anda ekranda görüyorsunuz.
Lahdin yayınlandığı bu gazete, daha sonra bilinmeyen bir güç tarafından o dönemde toplatılmış, geride kalan nüshaları ise örtbas edilip, farklı hikâyeler anlatılarak konu özünden saptırılmıştır. Fatih Camii’ndeki teşhirden sonra lahit oradan alınıp, Molla Fenari İsa Camii’nin yanında bulunan, kraliçe mezarlarının yanında bir yere konulmuş, bundan sonra Lahin buradan yok olmuştur? lahdin peşine bir çok yabancının düştüğü bilinmektedir.