Tayy-i Mekan Nedir? Tam Anlatımı

aga_0074

Youtube sayfamız Defineadresi TV
VİP Üye
Katılım
19 Ocak 2020
Mesajlar
1,049
Puanları
151
Tayyi mekân; mekân değiştirmek anlamına gelmektedir. Üç şekli vardır:

  1. Nefs Tayyi Mekânı
  2. Ruh Tayyi Mekânı
  3. Fizik Vücut Tayyi Mekânı
Nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadardır. Ayrılabilmesi için bu devir sayılarının eşitlenmesi lâzımdır. İşte gerçek uykuya ulaştığımız zaman parçasının belki tek bir saniyelik bir bölümünde, nefsin elektron devir sayısı artar; fizik vücudun devir sayısı azalır ve ikisinin dengeye geldiği anda, nefs vücuttan tereyağından kıl çeker gibi ayrılır.

Bu neye benzer?

Bir kamyon düşünün, bir de özel araba düşünün. Özel arabanın sürati iki yüz kilometre olsun, kamyonun yüz kilometre. Eğer kamyonun hızını yüz elli kilometreye çıkartırsanız, öteki arabanın hızını yüz elli kilometreye indirirseniz, ikisi yan yana giderken; herhangi bir insanın, birinden ötekine geçmesi, sokakta yürüyormuş gibi bir kolaylık arz eder; çünkü iki araba aynı hızla ve yan yana gidiyordur. Birinden ötekine geçmek hiçbir problem göstermez. Yani; Kim nefs tayyi mekânı yaparsa, kim uykuya dalarsa; uykuya daldığı anda, onun nefsi vücudundan derhâl ayrılır.

Tayyi mekânın yaşanması ise, bu ayrılığın uyanık olarak gerçekleştirilmesidir; yani kişinin aklı nefsini kumanda etmeye başlar ve nefs, fizik vücuttan ayrıldığı zaman, akıl tamamen nefsi kontrol altında bulundurur.

Artık akıl, fizik vücudu kumanda etmemektedir. Fizik vücudun elektron devir sayısı, nefs kendisinden ayrıldığı an, tekrar eski haline döner. Nefsin elektron devir sayısı da fizik vücuttan ayrıldığı an, derhâl kendi elektron sayısına döner ve böylece nefs, başka bir âlem olan zahirî âlemde, yani kendisine ait olmayan bir âlemde, sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibi olur.

İnsan her gece rüya görür. Bazı insanlar da rüyalarında uçarlar. Uçanlar, aslında uykularında tayyi mekânı yaşayanlardır; ama onlar hiçbir zaman tayyi mekân yaptıklarının farkına varamazlar. Sadece rüyalarında, bir hayal âleminde uçtuklarını düşünürler. Oysa ki rüyamızın çok az bir bölümü hariç aşağı yukarı bütünü gerçektir. Bu âlemde cereyan etmeyen, başka âlemlerde cereyan eden bir güzel yolculuğu, her seferinde yaşarız. İşte söz konusu olan şey, bunun bilincinde olmaktır. Ne zaman bilincinde olursak, o zaman yaşadığımız şey artık rüya değildir; tayyi mekândır.

Nefs, vücuttan ayrıldığı an fizik vücut derhâl uykuya dalar. Akıl artık fizik vücudu kumanda etmemektedir. Nefsi kumanda etmektedir. Fizik vücudu idare eden nedir? Otomatik kontrol sistemleridir. Midemizi, bağırsaklarımızı, kalbimizi, akciğerlerimizi bütün organlarımızı çalıştıran otomatik kontrol müesseseleri, artık onları kontrol altına almışlardır. Bu sistemlerin her biri sünnetullahın bir bağlantısını ifade eder.

Sünnetullah, bütün sistemleri kontrol altında tutan, Allah'ın sonsuz bilgisayar sistemidir. Allah'ın sonsuzluğu, bütün âlemleri kapsamıştır. Kur'ân-ı Kerîm diyor ki: "Allah'ım, Senin Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır" . İşte sonsuz ilim sahibi olan Allah, bu ilminden bir parçayı insanlara da vermiştir. İnsanlar nefs, ruh ve fizik vücut tayyi mekânı yapacak seviyeye ulaşabilirler. Nefs tayyi mekânında, vücuttan ayrılan nefs başka bir âleme gider. Fizik vücutla nefsin arasında, başlarını birbirine bağlayan bir kordon vardır. Allah'ın yarattığı bu kordon, nereye kadar giderse gitsin, ne kadar sonsuz uzaklara giderse gitsin hiç kopmaz. Allah her şeye kaadirdir. Eğer başka insanların kordonları birbirleriyle karşılaşsa biri ötekine hiç dokunmadan birbirinin içinden geçerler. Birgün başınızın üzerindeki kordondan nefsinize bağlandığınızı göreceksiniz. İşte nefs tayyi mekânı yaptıklarını iddia eden budistler diyorlar ki: “Bu kordonlar göbekten birbirine bağlıdır”. Bunun külliyen yalan olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Başka bir şey yaşıyorlarsa, biz onları bilemeyiz. Ama bildiğimiz, yaşadığımız nefs tayyi mekânı, başımızdan, fizik vücudumuzun başından nefsimizin başına bir kordonun uzatıldığını göstermektedir. Bu kordon, sonsuza kadar uzayabilen bir nesnedir ki; hiçbir nefsi başka bir vücuda ulaştırmaz. Başka bir vücudun bir nefsi kendisine mâl etmesi ya da buna benzer bir olay, hiçbir şekilde mümkün değildir.

İşte böyle bir dizaynda, nefsimizin dilediğimiz yere, düşündüğümüz yere birkaç saniyede ulaştığını görüyoruz ve gittiğiniz yerlerde, eğer insanlar sizi görmüyorlarsa bilin ki nefs halindesiniz. O yaşadığınız da zahirî âlemdir. Zahirî âlemde hiç kimse normal standartlarda, nefsi görmez. İnsanların arasında gezersiniz; ama sizi kimse görmez. Dünyadasınız; ama siz uyuduğunuz esnada gündüzü yaşıyorsunuz. O zaman dünyanın öbür tarafındasınız, diğer yarım küresindesiniz ve güneşin olduğu taraf gecenin olduğu taraftan daima farklı ve dünya döndüğü için devamlı şekil değiştiriyor.

Öyleyse nerede şartlar fizik değilse orada bilin ki; nefsiniz bu âlemdedir. Ama bir de şartların fizik olduğu bir âleme gideceksiniz. Sizden evvel olanların yaşadığı berzah âlemi. O zaman bardağı tutabiliyorsanız, içindekini içebiliyorsanız oradasınız, berzah âlemindesiniz. Sizden evvel ölmüş olan kişilerin nefslerinin kıyâmete kadar yaşayacağı yerdesiniz. Berzah âlemi, nefslerimize göre fizik olarak yaratılmıştır. Bütün insanların nefsleri öldükten sonra mutlaka oraya gider, orada yaşantılarını devam ettirirler. Kıyâmet gününe kadar orada yaşamakta devam ederler. İşte nefslerinizin o gittikleri yerde, sonsuz hızını devam ettirebilmek için Allah, nefslere küçücük bir değişiklik yaptırır. Nefslerin yapılarında yaptığı değişiklikle nefsimizin karşıt elektronlarının devir sayısını, elektron devir sayısının ötesine geçirir. O zaman berzah âleminde de sonsuz hızla hareket söz konusudur. Nefsler bu âleme ulaştıkları zaman tekrar yapı değişikliğine uğrarlar. Işık duvarı üzerinden geçerken, iki âlem arasındaki ve bizim âlemimizde normal bir nefsin standartlarında gelirler.

Birgün inşaallah hepinize TAYYİ MEKÂN nasip olacak. TAYYİ MEKÂN`ı yaptığınız zaman şunu unutmayın; sakın şu vücudunuzu düşünmeyin. Neden düşünmeyin? Çünkü düşünürseniz soluğu vücudunuzda alırsınız. Tekrar dönmeniz de o gece hayli güç bir şey. İnşaallah yaşarsınız. Yaşadığınız zaman göreceksiniz ki; aslında uçaklara falan fazla para vermenize gerek yok Allah'ın yardımıyla, herşey çok güzel gerçekleşebilir. İşte nefs tayyi mekânı, bu standartlar altında gerçekleşebilen bir olgudur. Söylediğim gibi hepiniz tayyi mekânı kim bilir kaç defa yaşamışsınızdır. Ama rüyada yaşadığınız için bunun bilincinde değilsiniz. Sadece bir hayal yaşadığınızı zannetmektesiniz. Oysa ki kişi rüyasında mutlaka bir gezegene gitmiştir.



Eğer nefs tayyi mekânının ötesine geçmek söz konusu ise, bunun adı ruh tayyi mekânıdır. Ruhumuz kendisine ait olan elektron devir sayısını dilediği an, dilediği stan-dartlarda değiştirmek imkânının sahibidir. Ruhumuz 6 grup enerji küresinden oluşur ve emr âleminin de, zahirî âlemin de, berzah âleminin de bütün özelliklerini bir ruh, dilediği an kazanabilir ya da yok edebilir. Zahirî âlemde bir ruh, dilerse zahirî âlemin bir parçası olur. Dilerse zahirî âlemin bir parçası olmanın hemen dışına çıkar. Berzah âleminde bir ruh, berzah âleminin varlığı olur. Herkes onu nefs zanneder ya da dilerse bir anda bu standardın dışına çıkabilir. Aynı ruh, gayb âleminde, gayb âleminin standartlarına girer ya da dışına çıkabilir.

Allah ruha farklı bir özellik vermiştir. O dilediğini, dilediği standartlarda yapmak imkânının sahibidir. Kim ruh tayyi mekânını yapabilir? Salâha ulaşan kişinin başının üzerine, Allah bir hediye olarak kendi ruhunu gönderir. Bu ruh tayyi mekânı yapması için Allah’ın o kişiye bir hediyesidir. Onun başının üzerinde taşıdığı bu ruh, aklının her zaman kumanda edebileceği, bir çeşit uçak gibidir ve o ruha kumanda eden akıl, o ruhu dilediği yere bir anda ulaştırabilir.

Ruh tayyi mekânının nefs tayyi mekânından farkı, ruhun gittiği yerde fizik hüviyete derhâl bürünebilme imkânıdır. Ama orada o bunu yaparken, eğer fizik vücut uykuda değilse, o kişinin fizik vücuduna, akıl kumanda etmektedir. O zaman ruha Allah kumanda eder. Öyleyse, farklı bir tayyi mekân boyutuna girdik: Ruh tayyi mekânı. Sadece salâha ulaşıp da başının üzerine Allah'ın ruh tayyi mekânını yapmak üzere böyle bir ruhu hediye ettiği insanlar, bunu gerçekleştirebilir. Bu konuda çok şeyler okumuşsunuzdur. Bir çok hikâyeler anlatılır. Ama aslında hangi evliya bunu gerçekleştirmişse biliniz ki bu hakikattir. Allah'ın kanunları, fizik kanunlardır. Fiziğin ötesi ise, o ait olduğu âlemin fiziğidir; yine aynı şeydir. Her âlemde geçerlidir, âlem farklılıkları sonsuz hızın varlığına sebeptir.

Bir kişi fizik vücuduyla herhangi bir şehirde görünürken, onun ruhu başka bir yerde, meselâ hacda aynı anda, aynı gün görülebilir. O kişinin fizik vücudu uykudaysa, o sırada akıl, ruha kumanda eder. Kişi uyanıksa, fizik vücudunun içindeyse, aklı fizik vücuduna kumanda ediyorsa; o zaman ruha kumanda eden Allah'ın sünnetullahıdır ve bu tayyi mekânın sahibi olan kişi, aslında bu tayyi mekânı yaşayan değildir. Öyleyse, bir çok evliya için anlatılan çok şeyler duymuşsunuzdur. Mevlâna Celâlettin Rumî aynı günde hem Konya'da görülmüştür, hem Hac'da görülmüştür ve normal standartlarda fizik olarak görülmüştür. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Çünkü söylediğimiz gibi ruh, dilediği âlemde fizik olabilir, dilediği âlemde fiziğin de ötesine geçebilir.

Bu ikinci tayyi mekân çeşidinde de ruhun hareket halinde olması, söylediğimiz gibi fizik vücudun uyku haline girmesiyle gerçekleşirse eğer; kişinin aklı, ruhu kontrolü altında tuttuğu için, bütün olanlardan Allah’ın bu evliyası her zaman haberdardır. Ama Allah bunu dilerse ruhu bir başka varlığa, bir başka şeyi ispat etmek için o kişinin ruhunu, Allah'ın sünnetullahıyla kumanda ederek başka bir yere her zaman gönderebilir ve dünya üzerinde bunun da neticeleri çok görülmüştür.

Bir başka tayyi mekân çeşidi var mı? Evet var, fizik vücut tayyi mekânı.

Zannetmeyin ki, fizik vücut kendi kendine fizik vücut tayyi mekânı yapabilir. Hayır fizik vücut, daima bir vasıtadır. Öyleyse sonuca bakarsak ne görüyoruz? Fizik vücut tayyi mekânını yerli yerine oturtabilmek için, fizik vücutla nefs arasındaki ilişkinin çok iyi bilinmesi lâzımdır. Fizik vücudumuzun içindeki nefs, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadar elektron devir sayısına sahiptir. Bu sebeple fizik vücudumuzun içinde esirdir. Fizik vücut bayılmadıkça, fizik vücut ölmedikçe, fizik vücut uykuya dalmadıkça nefs, fizik vücudumuzdan ayrılamaz.

Belki bir insanın nefs tayyi mekânını yaşayabilmesi, 3 standartta gerçekleşir: Fizik vücudun uyku haline girmesi birinci standart; bayılması, ikinci standart; ölmesi, üçüncü standart. Ölürse, artık o kişinin nefs tayyi mekânı, zaten 40 günlük bir mezarda geçen, geri kalanı da berzah âleminde geçen, kıyâmete kadar devam edecek olan bir tayyi mekân olayıdır.

Fizik vücut tayyi mekânına gelince, bu söylediğimiz kanunla çok yakından alâkalıdır. Hangi kanunla? Nefsimiz fizik vücudumuz içinde esirdir. Neden esirdir? Çünkü nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzunkinin yarısı kadardır. İşte öyle bir an düşünün ki; ruh, fizik vücudumuzun üzerine geliyor, yerine yerleşiyor; ama ruhun elektron devir sayısı fizik vücudumuzun iki katı kadar. Ne demek bu? Şu demek: Ruh, fizik vücudumuzu esir alır ve fizik vücudumuz, ruhumuzun her zerresine kumanda etmesi sebebiyle görünmez olur. Hiç kimse fizik vücudu göremez. Neden göremez? Çünkü ruhu göremezler. Ruh da fizik vücudumuzun her zerresine sahip olduğu, her zerresini kapladığı için, hiç kimse fizik vücudumuzu göremez.

İşte böylece fizik vücudumuzun, ruhumuzla birlikte sonsuz hızla hareket edebildiğini görüyoruz. Bir kişi ruh tayyi mekânı yaptığı zaman, ruhu oraya yalnız gider, sonsuz hızla gider, orada şekil değiştirir, normal bir insan hüviyetine girer. Kimse onun ruh mu, gerçek bir fizik beden mi olduğunu anlayamaz. Sonra da tekrar sonsuz hızla ait olduğu yere geri dönecektir. Fizik vücudun üzerindeki yerini tekrar alacaktır; ama fizik vücut tayyi mekânında gidilecek yere ulaşıldığı zaman, ruh kontrol müessesini bıraktığı anda fizik vücut orada serbesttir. Arada dilediği gibi hareket edebilir; ama kendi âlemine, bulunduğu yere geri dönerken, o zaman tekrar fizik vücudu, ruhun kontrolü altına alması gerekir ve tekrar ruh, iki kat devir sayısıyla fizik vücudun üzerine gelip onu tamamen kaplar. Bu, geri dönüş için mutlaka gereklidir. Geriye ulaşıldığında, ait olduğu yere geri dönüldüğünde, ruh tekrar fizik vücudu terk eder ve başın üzerindeki yerini alır. Fizik vücutta, orada sanki bir uykudan uyanmış gibi normal standartlarına ulaşır. Fzik vücut standartları, ruh standartları, nefs standartları, 3 ayrı tip tayyi mekânı sergiler.

İşte Hz. Süleyman'ın Belkıs'ın tahtını getirmeden evvel, "Bana hanginiz onun tahtını getirebileceksiniz?" dediği zaman, ifrid adlı cin diyor ki: "Siz daha yerinizden kalkana kadar, ben onu size getirebilirim." Kitap'tan bir ilme sahip olan adamsa dedi ki: "Siz gözünüzü açıp kapatıncaya kadar, ben onu size getiririm." Allah:"Ve Hz. Süleyman, o kişiden yüzünü döşemeye çevirdiği zaman, döşemenin üzerinde tahtı gördü." diyor. Öyle ise, olay gerçekleşmiş. Allah, Hz. Süleyman'a verdiği hızları, üç ayrı bölümde dizayn etmiştir ve Hz. Süleyman devamlı olarak tayyi mekânı yaşamıştır. O, sonsuz hızın sahibiydi. Bu statüde, Allah’ın zamanı geriye çalıştırması ya da sonsuz hızı tarif eden bir çok âyet-i kerimesinin varolduğunu görüyoruz. Meselâ; yedi uyuyanlar için Allah zamanı durdurmuştur. Zaman, diğer insanlar için devam ediyor; ama onlar için gitmiyor. Onlar mağaraya alındıklarında Allah’a diyorlar ki: "Yarabbi, bize katından bir mürşid gönder, bizi mutluluğuna ulaştır." Allah diyor ki: "Onları sağdan sola, soldan sağa hep döndürdük, aya çıktıkları zaman uyandırdık onları. Ne kadar diye sordular birbirlerine, ‘birkaç saat dediler' diyor.” Ama fırına ekmek almaya gittiklerinde ellerindeki paraların iki yüz, üç yüz yıl önceine ait olduğu anlaşıldı ve böylece yedi uyuyanlar o dizayn içersinde, zamanın kendilerine çalışmadığı bir ortamın sergilendiğini anladılar.

Allah’ın ihsan ettiği hız müesseseleri, bütün sistemlerde Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta geçerlidir. Meselâ Allah dünya ile kendi arasındaki mesafeye “elli bin yıllık yol” diyor ve meleklerin oraya bir günde çıktığını söylüyor. Ama Peygamber Efendimiz'in BİR KAÇ DAKİKADA ÇIKTIĞINI GÖRÜYORUZ. Öyle ise farklı sistemler söz konusudur. Bugüne kadar dünyadan Allah'ın katına kadar fizik vücuduyla gidip oradan dönebilen, sadece Peygamber Efendimiz'dir Hz. İdris'in de, Hz. İsa'nın da Allah'ın katında olduğu söyleniyor. Fizik vücut olarak oradalar ve r Hz. İsa'nın tekrar döneceği konusunda Allah’ın kesin bir teminatı var. Ama Hz. İdris'in ne olacağı hakkında bir işaret, Kur'ân-ı Kerîm'de yoktur. Bu da bir tayyi mekândır. Hz. İdris'in cennete alınması olayı, bir tayyi mekân olayıdır.

Hz. İdris, Allah’a diyor ki: "Mutlaka cennetini görmek istiyorum." Allah sonunda dayanamıyor, onu cennetine götürüyor. İyice dua ettikten sonra: "Çık, tekrar seni dünyaya göndereceğim." diyor. Hz. İdris diyor ki: "Çıkmam." Allah: "Ama bana çıkacağım diye söz verdin." diyor, Hz. İdris diyor ki: "Tamam, verdim; ama şimdi çıkmak istemiyorum. Sen, benim Rabbimsin, beni affedersin". Allah diyor ki: "Kabul ettim. Hadi kal burada!" Yani naz makamı da Allah’a bazen böyle, onun önceden bildiği; ama bilmez göründüğü şeyleri yaptırır. Allah muhakkak herşeye kadirdir.

Hz. İsa'nın göğe alınışına beraberce bakalım. On ikinci havari Romalılara haber verir ve salona gelir. Allah diyor ki: "O geldiği zaman, Biz onun yüzüyle Hz. İsa'nın yüzünü değiştirdik. Onu İsa'ya götürdüler. Çarmığa gerdiler. Biz de Hz. İsa'yı katımıza kaldırdık" . Nasıl kaldırmış? Gene tayyi mekân olayı. Hem Hz. İdris'in, hem de Hz. İsa'nın olayı, tayyi mekân olayıdır. Peygamber Efendimiz'in Allah'ın katına çıkması, mirac olayı, yine tayyi mekândır. Üçü de fizik vücud tayyi mekânını yaşamıştır. Unutmayın, hepsinin fizik vücutlarının üzerine, ruhları örtü olmuştur. O standartlar içinde, Allah'ın göklerine yükselmişlerdir. Allah'ın katına kadar yükselmişler ve iki tanesi orada kalmıştır. Sadece Peygamber Efendimiz'e has bir olay yaşanmıştır. O, tekrar geri dönmüştür.

Allah’a ne kadar hamd etsek şükretsek azdır ki; O bizim Peygamberimiz. Allah Kur'ân'ı ona indirmiş ve bütün âlemlerde mutlaka tanınan bir peygamber. Allah onun için diyor ki: "Seni âlemlere rahmet olarak yarattım." Kur'ân-ı Kerîm için de yine Allah öyle söylüyor: "Âlemlere rahmet olarak yarattım." diyor. Kur'ân-ı Kerîm sadece şu bizim dünyamızda Peygamber Efendimiz'e indirilen, sadece bu dünyada tanınan bir dîn kitabı değildir. Allah'ın bütün âlemlere indirdiği bir kitaptır. Peygamber Efendimiz de o kitap kendisine inen kişi olarak, bütün âlemlerde tanınmaktadır.

İşte Peygamber Efendimiz'in miracına dikkatle baktığımız zaman, onun da bir fizik vücut tayyi mekânı olduğunu görüyoruz. Ne yapmış Allah? Gelecek nesillere ve Mekkeli'lere ibret olsun diye Peygamber Efendimiz' i doğrudan doğruya katına almamış. Evvelâ radan bilmem kaç hafta mesafede olan bir kervana, Peygamber Efendimiz'i ulaştırmış. Orada durmuş. Peygamber Efendimiz, o kervan sahipleriyle konuşmuş. 1-2 dakika konuşmadan sonra oradan ayrılan Peygamber Efendimiz, birkaç dakika sonra, ikinci kervana ulaşmış. (2.kervan, 1.kervandan 1 hafta sonra gelecek Mekkeye) ve onlarla da konuşmuş. Özellikle zaman ölçüsünü onlara tayin ettirmiş ve ondan sonra da Allah onu Mescid-i Aksa'ya ulaştırmış. Mescid-i Aksa'yı da tavaf ettikten sonra, oradan Allah’ın katına yükselmiş. Allah Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki: "Kalbi gördüklerini tekzib etmedi." Peygamber Efendimiz, Allah’ın katına ulaştığı zaman gördüğü şeyi, ruhunun baş gözleri ile görüyor; ama ondan evvel gördüklerini -Allah bize de, bütün kalp gözü açık olanlara gösterdiği gibi-, kalp gözüyle göstermiş ve Allah bu sebebe dayalı olarak: “Kalbi gördüklerini tekzip etmedi.” diyor.

Biliyorsunuz ki; Hz. Musa da Allah'yı baş gözleriyle görmek istedi, görmekte ısrar etti. Allah da buyurdu ki: "Sen buna dayanamazsın. Biz baş gözlerini bizi görecek olan vasıfta yaratmadık. Onun için sen peygamber de olsan buna dayanamazsın, bundan vazgeç." dedi. O da: "Vazgeçmem." dedi. Allah: "Öyleyse, şimdi bu karşıdaki dağa tecelli edeceğim. O, beni kendi gözleriyle görecek. (Dağın kendisine has olan görme özelliğiyle görecek.) Sonucun ne olduğuna bak. Ondan sonra ısrar ediyorsan, o zaman düşünelim." Ve Allah dağa tecelli etti. Dağın kendisine ait olan görme hassasıyla, Allah'yı görmesini sağladı; ama dağ bile dayanamadı ve berhava oldu ve Hz. Musa da o anda dağın görme hassasını yakaladı ve bayıldı. Bu görüşten sonra Hz. Musa'nın artık Allah'yı baş gözüyle görme talebinden vazgeçtiğini görüyoruz.

İşte Peygamber Efendimiz, Allah’ın huzuruna vardığı zaman, baş gözleriyle Allah'yı görmedi. (Fizik vücudunun) Ruhunun baş gözüyle gördü ki; ruhu zaten emr âleminin varlığıdır. Allah'ın katındaki varlıkların gözleriyle gördü. Unutmayın, huzur namazının imamının fizik vücudu orada değildir, ruhu oradadır. Bütün o namaz kılanların fizik vücutları değil, ruhları namazları kılmaktadır. Öyleyse hepsi, her an Allah'yı görebilmektedirler ve sadece fizik vücudumuzun gözleri Allah'ı görmeye tahammül edemez. Nefsimizin gözleri Allah'yı görmeye tahammül edemez; ama ruhumuzun gözleri Allah'yı görmenin yeterli vasıflarına sahiptir. Bir de nefsimizin kalbindeki kalp gözü, Allah'ı görmenin standartlarına sahiptir.

Peygamber Efendimiz, giderken Cebrail (as)'ı gördü. Onunla karşılaştılar, konuştular. Oradan Allah’ın katına ulaştı, geriye döndüğünde, ispat vasıtaları birer birer geliyordu. Peygamber Efendimiz demişti ki: “Falanca yerde kervanla karşılaştım”. Tabiî hiç kimse inanmamıştı; ama kervan denildiği zaman, Peygamber Efendimiz ile karşılaştıklarını, konuştuklarını anlattılar. Onlardan bir hafta sonra gelen ikinci kervan da aynı şeyleri söyledi ve peygamber Efendimiz' e Mescid-i Aksa hakkında sual sordukları zaman; derhal gözünün önüne Mescid-i Aksa'nın bütün camları, pencereleri, herşeyi geldi ve bütün cevapları bir defa daha görerek, net olarak verdi.

Öyleyse miraç olayı da tam bir tayyi mekân olayıdır. Fizik vücut tayyi mekân olayıdır ve Kur'ân-ı Kerîm'de birçok fizik vücut tayyi mekânından bahsedildiğini görüyoruz. Tayyi mekân dediğimiz zaman, olağanüstü güzel bir olayın yaşanması söz konusudur. Bilet parası falan ödemeden bir yerden bir yere her zaman gitmek mümkündür. Allah, O'nun yoldaki bütün dileyen insanlara lâyık oldukları gün mutlaka bu ihsanda bulunacaktır.
 

Manisa45

Kayıtlı Üye
Katılım
16 Ocak 2021
Mesajlar
33
Puanları
0
İslam tevhit dinidir, bunu biliyoruz; bilmediğimiz veya unuttuğumuz ise tevhidin hayatı birlik ilkesi üzerinden nasıl inşa ettiğidir. Tevhidi kabul eden Müslümanlar, onun üzerinden bir dünya görüşü çıkartırken nadiren muvaffak olabilirler. Bu nedenle tevhit daha çok Allah'ın birliğiyle ilgili itikadî bir mesele olarak kalır. Halbuki tevhidin hayatın hemen her alanında kurucu ilke haline gelerek bizi dönüştürmesi gerekir. Mesela tevhit, Allah 've' diye başlayıp cümle içinde eşit ağırlığa sahip ikinci bir şeyin zikredilmesine imkan vermez; Cüneyd-i Bağdadi, Allah'a her ne yaklaşırsa silinir gider derken bunu anlatır. Tevhit dünya ve ahiret şeklindeki bir ayrıma imkan vermez, hayatı bütünleştirir. Tevhit kutsal ve kutsal dışı diye bir ayrıma izin vermez, Hakka eşit yakınlık ilkesinde mekanları ve zamanları birleştirir. Bu itibarla tevhit hayatın her alanında tezahür eden bir 'Birleştirme' eylemidir. En nihayetinde insanın zihin dağınıklığını toplayarak onu 'Bir' kılar: Kendisi bir olmayanın, Allah'ı birlemesinden nasıl söz edilsin ki?
ALLAH'A KAVUŞMAK...
Öte dünyada neyle karşılaşacağız? Yapılan bir araştırmaya göre Amerika'da insanların büyük kısmının öldükten sonra insanlar yakınlarıyla ve sevdikleriyle tekrar kavuşacaklarına inanıyormuş! Doğrusu dinin sözünü ettiği ahiret hayatı ile insanların umduğu arasındaki kırılma noktası buradadır: Sevdikleriyle buluşmak ile Allah'a kavuşmak! İnsanların bir kısmına göre ahiret sevdikleriyle buluşacakları ve buna mukabil sevmedikleriyle hesaplaşacakları bir yerdir. 'Ruz-ı mahşerde buluşmak' tabiri hasımların dilinden dökülen bir tehdittir. Ahiret hayatını hasımların hesaplaşacakları bir mahkeme yeri gibi düşünmek bazı dini ifadelerin yüzeysel okunmasından beslenmiş olmalıdır. Müslümanlar için ahiret hayatı, başkalarıyla hesaplaşacakları veya sevdikleriyle kavuşacakları bir yer olmaktan çok, mülkün sahibi Rabbimiz'e kavuşacakları yerdir. Bu bakış açısıyla Müslümanlar'ın bir kısmı ahiret ile dünya ilişkisini farklı bir şekilde ele alarak iki dünyayı birleştirmişlerdir. Başka bir anlatımla onlar dünyayı ahirete veya ahireti beri dünyaya taşıyarak yaşarken ölmek sırrına ermişlerdir.
YİNE ONA DÖNECEĞİZ
Bayezid-i Bestami bir gün hafızın 'Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz' anlamındaki ayeti okuduğunu işitir. Bu Ayet-i Kerime ölüm karşısında Müslümanlar'ın tevekkül ve itimadını anlatmak üzere hatırlanır. Ayetin birinci kısmında yaratılışımın sebebinin Allah olduğu belirtilir. Herkes Allah tan gelmiştir ve varlık sebebimiz O'dur. O halde herkes geldiği yere dönecektir. Hepimiz Allah'tan geldik ve hepimiz tekrar O'na döneceğiz. Pek çok ayette 'Her şey O'na döner' mealinde ifadeler yer alır. Müslümanların geneli için bu ayetin ifade ettiği budur: Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz. Bayezid şu çok önemli soruyu sorarak idrakimizi derin bir noktaya taşır. 'Allah'tan geldik, Allah'a dönüyoruz da peki şimdi neredeyiz?' Sufi metafizikçiler bu soruyu sormakla Müslümanlar'ın öte dünya ve beri dünya fikirlerini temelden sarsmıştır. Müslümanlar bu soruyu sormadan ahiret meselesini anlayamazlar. Aksi halde Allah'ın ahirette dünyadakinden daha güçlü bir şekilde bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Müminler için Allah her yerde eşit olarak hazır ve nazırdır: Biz var olurken de Allah ile irtibatımız kuvvetli idi, tekrar dirileceğimiz günde ve içinde yaşadığımız anda da Allah ile irtibatımız eşit ölçüde kuvvetlidir. Ahirette karşılaşacağımızı düşündüğümüzü Allah her an huzurunda bulunduğumuz Allah'tır. Bizim için ahiret dünyada yaşadığımızın bir devamıdır: Dünyada ruz-ı mahşerdeyiz ve hesabımız, ödül ve cezamız başlamıştır. Büyük şair Mehmet Akif, 'Ferdaya kalmasın didarın' derken bunu anlatır: En büyük saadet demek olan rüyetullaha (Allah'ı görmek) şimdi mazhar olalım demektir. O halde suf imetafizikçiler ahireti dünyaya taşımakla dünya ile ahiret arasındaki mekanı ve zamanı ortadan kaldırmış (tayyı mekan, tayy-ı zaman), yaşarken ölüm sırrına ermişlerdir. Ölümden korkmamalarının sebebi budur: zaten ölmüşlerdir, çünkü!
HZ. PEYGAMBER'İN AHLAKI
Hz. Peygamber
namazı süratle kıldırır, yalnız başına kıldığı gibi uzun sureler okumazdı. Bunun sebebini izah etmek üzere 'Arkamda bir hasta olduğunu veya bebek ağlamasını işitirim de namazı kısarım' mealinde sözler söylemiştir. Namaz kıldıranların arkalarında hastaların, kalp rahatsızlığı yaşayanların veya acil işi olanların bulunabileceğini düşünerek farzları olabildiğince kolaylıkla kıldırması, sünnetin gereğidir.
HER ŞEYİ ALLAH'TAN BİLMEK
Dervişin
biri dualarının kabul edilmesiyle maruf olmuştu. Dua ettiği hastalar şifa buluyor, uzaktan ve yakından herkes ona geliyordu. Şöhretten sıkılan ve riyakarlıktan korkan derviş ise evine kapanmış, kimseyle görüşmemeye karar vermiş. Bir gün uzak bir şehirden yaşlı bir kadın hasta çocuğuyla birlikte dervişin evine gelmiş, kapısını çalmış. Derviş içeride olduğu halde kapıyı açmamış. Kadın ısrarla 'Uzak yerden geldim. Çocuğum hasta, lütfen kapıyı aç. Şifa bulsun' diye ısrar etmiş. En sonunda derviş öfkeyle 'Git be kadın! Ben Hz. İsa'mıyım da hastaya şifa vereyim' diye bağırmış. Bir müddet sonra gönlünden bir ses işitmiş: 'Sen hastalara şifa verenin İsa mı olduğunu zannetmiştin?' Bu sözü işitince hatasını anlamış, kapandığı evden çıkmış, hastaları okumaya devam etmiş. Mesele bir hayra vesile olmak değil, mesele her işi Allah'tan bilmektir. Kibri yenmenin başka yolu yoktur
BİR AYET
bullet.jpg
'Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Belini büken o ağır yükü, senin şanını yüceltmedik mi?' (İnşirah,1-4).
Bu ayetler, İnşirah Suresi'nin ilk ayetleridir. Burada Hz. Peygamber'e, Allah'ın bazı lütuflarından bahsedilse bile bütün Müslümanlar bu hitabın muhatabıdır. Allah, 'Senin göğsünü genişletmedik mi?' diye hitap ederken sorunun cevabı hiç kuşkusuz 'Evet' olacaktır. Allah, peygamberinin gönlünü genişletti, üzerindeki yükü kaldırdı, adını yüceltti. Müslümanlık, bir inşirah, yani gönül açıklığı ve genişlemesidir. Bunu çağdaş bir tabirle anlatırsak, Müslüman olmak insan ufkunun genişlemesinden ibarettir. Çünkü Müslüman olmadan önce insan türlü kaygılarla gerilir ve ufku daralırken Müslüman olmakla ilahi iradeye teslim olur. Teslimiyet onun zihnini ve gönlünü genişletir ve rahatlatır. İslam mümin olmayı gönül genişlemesi olarak beyan ederken, inançsızlığı genellikle sıkıntı, daralma ve nefessiz kalmak olarak niteler. İnşirah Suresi, mümin ve Müslüman olunca ufkumuzun genişlediğini beyan eden bir müjde olarak hepimize hitap eder.
BİR HADİS
bullet.jpg
'Oruç kalkandır, sabır ziyadır.'
Oruç, insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Çünkü oruç tutarken insan öncelikle hazlarına karşı mücadele verir. Bu hazlar yemek, içmek ve cinsellikten kaynaklanan hazlardır. Oruç bu hazlara karşı insan iradesinin ve aklının bağımsızlığını temin eden bir özgürleşme çabasıdır. Bu bağımsızlık onlarla irtibatı bütünüyle kesmek maksadı taşımaz; tam aksine onların vazgeçilmezliğini reddederek üzerimizdeki etkilerini azaltır. Bu sayede hazlar ve ihtiyaçlar yönetilebilir hale gelerek bize hizmet ederler. Bu nedenle oruç, önce hazlarımız karşısında bir kalkan olarak bizi korur; sonra cehenneme karşı kalkan haline gelerek bizi ateşten korur. Takvanın bir kalkan veya başka bir şey vesilesiyle korunmak olduğunu hatırlarsak orucu takva ile özdeşleştirmemiz mümkündür. Oruç bizi sakındırır ve muhafaza eder.
 
Son düzenleme:

oymak beyi

Moderator
Katılım
25 Ara 2020
Mesajlar
315
Puanları
92
Tayyi mekân; mekân değiştirmek anlamına gelmektedir. Üç şekli vardır:

  1. Nefs Tayyi Mekânı
  2. Ruh Tayyi Mekânı
  3. Fizik Vücut Tayyi Mekânı
Nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadardır. Ayrılabilmesi için bu devir sayılarının eşitlenmesi lâzımdır. İşte gerçek uykuya ulaştığımız zaman parçasının belki tek bir saniyelik bir bölümünde, nefsin elektron devir sayısı artar; fizik vücudun devir sayısı azalır ve ikisinin dengeye geldiği anda, nefs vücuttan tereyağından kıl çeker gibi ayrılır.

Bu neye benzer?

Bir kamyon düşünün, bir de özel araba düşünün. Özel arabanın sürati iki yüz kilometre olsun, kamyonun yüz kilometre. Eğer kamyonun hızını yüz elli kilometreye çıkartırsanız, öteki arabanın hızını yüz elli kilometreye indirirseniz, ikisi yan yana giderken; herhangi bir insanın, birinden ötekine geçmesi, sokakta yürüyormuş gibi bir kolaylık arz eder; çünkü iki araba aynı hızla ve yan yana gidiyordur. Birinden ötekine geçmek hiçbir problem göstermez. Yani; Kim nefs tayyi mekânı yaparsa, kim uykuya dalarsa; uykuya daldığı anda, onun nefsi vücudundan derhâl ayrılır.

Tayyi mekânın yaşanması ise, bu ayrılığın uyanık olarak gerçekleştirilmesidir; yani kişinin aklı nefsini kumanda etmeye başlar ve nefs, fizik vücuttan ayrıldığı zaman, akıl tamamen nefsi kontrol altında bulundurur.

Artık akıl, fizik vücudu kumanda etmemektedir. Fizik vücudun elektron devir sayısı, nefs kendisinden ayrıldığı an, tekrar eski haline döner. Nefsin elektron devir sayısı da fizik vücuttan ayrıldığı an, derhâl kendi elektron sayısına döner ve böylece nefs, başka bir âlem olan zahirî âlemde, yani kendisine ait olmayan bir âlemde, sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibi olur.

İnsan her gece rüya görür. Bazı insanlar da rüyalarında uçarlar. Uçanlar, aslında uykularında tayyi mekânı yaşayanlardır; ama onlar hiçbir zaman tayyi mekân yaptıklarının farkına varamazlar. Sadece rüyalarında, bir hayal âleminde uçtuklarını düşünürler. Oysa ki rüyamızın çok az bir bölümü hariç aşağı yukarı bütünü gerçektir. Bu âlemde cereyan etmeyen, başka âlemlerde cereyan eden bir güzel yolculuğu, her seferinde yaşarız. İşte söz konusu olan şey, bunun bilincinde olmaktır. Ne zaman bilincinde olursak, o zaman yaşadığımız şey artık rüya değildir; tayyi mekândır.

Nefs, vücuttan ayrıldığı an fizik vücut derhâl uykuya dalar. Akıl artık fizik vücudu kumanda etmemektedir. Nefsi kumanda etmektedir. Fizik vücudu idare eden nedir? Otomatik kontrol sistemleridir. Midemizi, bağırsaklarımızı, kalbimizi, akciğerlerimizi bütün organlarımızı çalıştıran otomatik kontrol müesseseleri, artık onları kontrol altına almışlardır. Bu sistemlerin her biri sünnetullahın bir bağlantısını ifade eder.

Sünnetullah, bütün sistemleri kontrol altında tutan, Allah'ın sonsuz bilgisayar sistemidir. Allah'ın sonsuzluğu, bütün âlemleri kapsamıştır. Kur'ân-ı Kerîm diyor ki: "Allah'ım, Senin Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır" . İşte sonsuz ilim sahibi olan Allah, bu ilminden bir parçayı insanlara da vermiştir. İnsanlar nefs, ruh ve fizik vücut tayyi mekânı yapacak seviyeye ulaşabilirler. Nefs tayyi mekânında, vücuttan ayrılan nefs başka bir âleme gider. Fizik vücutla nefsin arasında, başlarını birbirine bağlayan bir kordon vardır. Allah'ın yarattığı bu kordon, nereye kadar giderse gitsin, ne kadar sonsuz uzaklara giderse gitsin hiç kopmaz. Allah her şeye kaadirdir. Eğer başka insanların kordonları birbirleriyle karşılaşsa biri ötekine hiç dokunmadan birbirinin içinden geçerler. Birgün başınızın üzerindeki kordondan nefsinize bağlandığınızı göreceksiniz. İşte nefs tayyi mekânı yaptıklarını iddia eden budistler diyorlar ki: “Bu kordonlar göbekten birbirine bağlıdır”. Bunun külliyen yalan olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Başka bir şey yaşıyorlarsa, biz onları bilemeyiz. Ama bildiğimiz, yaşadığımız nefs tayyi mekânı, başımızdan, fizik vücudumuzun başından nefsimizin başına bir kordonun uzatıldığını göstermektedir. Bu kordon, sonsuza kadar uzayabilen bir nesnedir ki; hiçbir nefsi başka bir vücuda ulaştırmaz. Başka bir vücudun bir nefsi kendisine mâl etmesi ya da buna benzer bir olay, hiçbir şekilde mümkün değildir.

İşte böyle bir dizaynda, nefsimizin dilediğimiz yere, düşündüğümüz yere birkaç saniyede ulaştığını görüyoruz ve gittiğiniz yerlerde, eğer insanlar sizi görmüyorlarsa bilin ki nefs halindesiniz. O yaşadığınız da zahirî âlemdir. Zahirî âlemde hiç kimse normal standartlarda, nefsi görmez. İnsanların arasında gezersiniz; ama sizi kimse görmez. Dünyadasınız; ama siz uyuduğunuz esnada gündüzü yaşıyorsunuz. O zaman dünyanın öbür tarafındasınız, diğer yarım küresindesiniz ve güneşin olduğu taraf gecenin olduğu taraftan daima farklı ve dünya döndüğü için devamlı şekil değiştiriyor.

Öyleyse nerede şartlar fizik değilse orada bilin ki; nefsiniz bu âlemdedir. Ama bir de şartların fizik olduğu bir âleme gideceksiniz. Sizden evvel olanların yaşadığı berzah âlemi. O zaman bardağı tutabiliyorsanız, içindekini içebiliyorsanız oradasınız, berzah âlemindesiniz. Sizden evvel ölmüş olan kişilerin nefslerinin kıyâmete kadar yaşayacağı yerdesiniz. Berzah âlemi, nefslerimize göre fizik olarak yaratılmıştır. Bütün insanların nefsleri öldükten sonra mutlaka oraya gider, orada yaşantılarını devam ettirirler. Kıyâmet gününe kadar orada yaşamakta devam ederler. İşte nefslerinizin o gittikleri yerde, sonsuz hızını devam ettirebilmek için Allah, nefslere küçücük bir değişiklik yaptırır. Nefslerin yapılarında yaptığı değişiklikle nefsimizin karşıt elektronlarının devir sayısını, elektron devir sayısının ötesine geçirir. O zaman berzah âleminde de sonsuz hızla hareket söz konusudur. Nefsler bu âleme ulaştıkları zaman tekrar yapı değişikliğine uğrarlar. Işık duvarı üzerinden geçerken, iki âlem arasındaki ve bizim âlemimizde normal bir nefsin standartlarında gelirler.

Birgün inşaallah hepinize TAYYİ MEKÂN nasip olacak. TAYYİ MEKÂN`ı yaptığınız zaman şunu unutmayın; sakın şu vücudunuzu düşünmeyin. Neden düşünmeyin? Çünkü düşünürseniz soluğu vücudunuzda alırsınız. Tekrar dönmeniz de o gece hayli güç bir şey. İnşaallah yaşarsınız. Yaşadığınız zaman göreceksiniz ki; aslında uçaklara falan fazla para vermenize gerek yok Allah'ın yardımıyla, herşey çok güzel gerçekleşebilir. İşte nefs tayyi mekânı, bu standartlar altında gerçekleşebilen bir olgudur. Söylediğim gibi hepiniz tayyi mekânı kim bilir kaç defa yaşamışsınızdır. Ama rüyada yaşadığınız için bunun bilincinde değilsiniz. Sadece bir hayal yaşadığınızı zannetmektesiniz. Oysa ki kişi rüyasında mutlaka bir gezegene gitmiştir.



Eğer nefs tayyi mekânının ötesine geçmek söz konusu ise, bunun adı ruh tayyi mekânıdır. Ruhumuz kendisine ait olan elektron devir sayısını dilediği an, dilediği stan-dartlarda değiştirmek imkânının sahibidir. Ruhumuz 6 grup enerji küresinden oluşur ve emr âleminin de, zahirî âlemin de, berzah âleminin de bütün özelliklerini bir ruh, dilediği an kazanabilir ya da yok edebilir. Zahirî âlemde bir ruh, dilerse zahirî âlemin bir parçası olur. Dilerse zahirî âlemin bir parçası olmanın hemen dışına çıkar. Berzah âleminde bir ruh, berzah âleminin varlığı olur. Herkes onu nefs zanneder ya da dilerse bir anda bu standardın dışına çıkabilir. Aynı ruh, gayb âleminde, gayb âleminin standartlarına girer ya da dışına çıkabilir.

Allah ruha farklı bir özellik vermiştir. O dilediğini, dilediği standartlarda yapmak imkânının sahibidir. Kim ruh tayyi mekânını yapabilir? Salâha ulaşan kişinin başının üzerine, Allah bir hediye olarak kendi ruhunu gönderir. Bu ruh tayyi mekânı yapması için Allah’ın o kişiye bir hediyesidir. Onun başının üzerinde taşıdığı bu ruh, aklının her zaman kumanda edebileceği, bir çeşit uçak gibidir ve o ruha kumanda eden akıl, o ruhu dilediği yere bir anda ulaştırabilir.

Ruh tayyi mekânının nefs tayyi mekânından farkı, ruhun gittiği yerde fizik hüviyete derhâl bürünebilme imkânıdır. Ama orada o bunu yaparken, eğer fizik vücut uykuda değilse, o kişinin fizik vücuduna, akıl kumanda etmektedir. O zaman ruha Allah kumanda eder. Öyleyse, farklı bir tayyi mekân boyutuna girdik: Ruh tayyi mekânı. Sadece salâha ulaşıp da başının üzerine Allah'ın ruh tayyi mekânını yapmak üzere böyle bir ruhu hediye ettiği insanlar, bunu gerçekleştirebilir. Bu konuda çok şeyler okumuşsunuzdur. Bir çok hikâyeler anlatılır. Ama aslında hangi evliya bunu gerçekleştirmişse biliniz ki bu hakikattir. Allah'ın kanunları, fizik kanunlardır. Fiziğin ötesi ise, o ait olduğu âlemin fiziğidir; yine aynı şeydir. Her âlemde geçerlidir, âlem farklılıkları sonsuz hızın varlığına sebeptir.

Bir kişi fizik vücuduyla herhangi bir şehirde görünürken, onun ruhu başka bir yerde, meselâ hacda aynı anda, aynı gün görülebilir. O kişinin fizik vücudu uykudaysa, o sırada akıl, ruha kumanda eder. Kişi uyanıksa, fizik vücudunun içindeyse, aklı fizik vücuduna kumanda ediyorsa; o zaman ruha kumanda eden Allah'ın sünnetullahıdır ve bu tayyi mekânın sahibi olan kişi, aslında bu tayyi mekânı yaşayan değildir. Öyleyse, bir çok evliya için anlatılan çok şeyler duymuşsunuzdur. Mevlâna Celâlettin Rumî aynı günde hem Konya'da görülmüştür, hem Hac'da görülmüştür ve normal standartlarda fizik olarak görülmüştür. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Çünkü söylediğimiz gibi ruh, dilediği âlemde fizik olabilir, dilediği âlemde fiziğin de ötesine geçebilir.

Bu ikinci tayyi mekân çeşidinde de ruhun hareket halinde olması, söylediğimiz gibi fizik vücudun uyku haline girmesiyle gerçekleşirse eğer; kişinin aklı, ruhu kontrolü altında tuttuğu için, bütün olanlardan Allah’ın bu evliyası her zaman haberdardır. Ama Allah bunu dilerse ruhu bir başka varlığa, bir başka şeyi ispat etmek için o kişinin ruhunu, Allah'ın sünnetullahıyla kumanda ederek başka bir yere her zaman gönderebilir ve dünya üzerinde bunun da neticeleri çok görülmüştür.

Bir başka tayyi mekân çeşidi var mı? Evet var, fizik vücut tayyi mekânı.

Zannetmeyin ki, fizik vücut kendi kendine fizik vücut tayyi mekânı yapabilir. Hayır fizik vücut, daima bir vasıtadır. Öyleyse sonuca bakarsak ne görüyoruz? Fizik vücut tayyi mekânını yerli yerine oturtabilmek için, fizik vücutla nefs arasındaki ilişkinin çok iyi bilinmesi lâzımdır. Fizik vücudumuzun içindeki nefs, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadar elektron devir sayısına sahiptir. Bu sebeple fizik vücudumuzun içinde esirdir. Fizik vücut bayılmadıkça, fizik vücut ölmedikçe, fizik vücut uykuya dalmadıkça nefs, fizik vücudumuzdan ayrılamaz.

Belki bir insanın nefs tayyi mekânını yaşayabilmesi, 3 standartta gerçekleşir: Fizik vücudun uyku haline girmesi birinci standart; bayılması, ikinci standart; ölmesi, üçüncü standart. Ölürse, artık o kişinin nefs tayyi mekânı, zaten 40 günlük bir mezarda geçen, geri kalanı da berzah âleminde geçen, kıyâmete kadar devam edecek olan bir tayyi mekân olayıdır.

Fizik vücut tayyi mekânına gelince, bu söylediğimiz kanunla çok yakından alâkalıdır. Hangi kanunla? Nefsimiz fizik vücudumuz içinde esirdir. Neden esirdir? Çünkü nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzunkinin yarısı kadardır. İşte öyle bir an düşünün ki; ruh, fizik vücudumuzun üzerine geliyor, yerine yerleşiyor; ama ruhun elektron devir sayısı fizik vücudumuzun iki katı kadar. Ne demek bu? Şu demek: Ruh, fizik vücudumuzu esir alır ve fizik vücudumuz, ruhumuzun her zerresine kumanda etmesi sebebiyle görünmez olur. Hiç kimse fizik vücudu göremez. Neden göremez? Çünkü ruhu göremezler. Ruh da fizik vücudumuzun her zerresine sahip olduğu, her zerresini kapladığı için, hiç kimse fizik vücudumuzu göremez.

İşte böylece fizik vücudumuzun, ruhumuzla birlikte sonsuz hızla hareket edebildiğini görüyoruz. Bir kişi ruh tayyi mekânı yaptığı zaman, ruhu oraya yalnız gider, sonsuz hızla gider, orada şekil değiştirir, normal bir insan hüviyetine girer. Kimse onun ruh mu, gerçek bir fizik beden mi olduğunu anlayamaz. Sonra da tekrar sonsuz hızla ait olduğu yere geri dönecektir. Fizik vücudun üzerindeki yerini tekrar alacaktır; ama fizik vücut tayyi mekânında gidilecek yere ulaşıldığı zaman, ruh kontrol müessesini bıraktığı anda fizik vücut orada serbesttir. Arada dilediği gibi hareket edebilir; ama kendi âlemine, bulunduğu yere geri dönerken, o zaman tekrar fizik vücudu, ruhun kontrolü altına alması gerekir ve tekrar ruh, iki kat devir sayısıyla fizik vücudun üzerine gelip onu tamamen kaplar. Bu, geri dönüş için mutlaka gereklidir. Geriye ulaşıldığında, ait olduğu yere geri dönüldüğünde, ruh tekrar fizik vücudu terk eder ve başın üzerindeki yerini alır. Fizik vücutta, orada sanki bir uykudan uyanmış gibi normal standartlarına ulaşır. Fzik vücut standartları, ruh standartları, nefs standartları, 3 ayrı tip tayyi mekânı sergiler.

İşte Hz. Süleyman'ın Belkıs'ın tahtını getirmeden evvel, "Bana hanginiz onun tahtını getirebileceksiniz?" dediği zaman, ifrid adlı cin diyor ki: "Siz daha yerinizden kalkana kadar, ben onu size getirebilirim." Kitap'tan bir ilme sahip olan adamsa dedi ki: "Siz gözünüzü açıp kapatıncaya kadar, ben onu size getiririm." Allah:"Ve Hz. Süleyman, o kişiden yüzünü döşemeye çevirdiği zaman, döşemenin üzerinde tahtı gördü." diyor. Öyle ise, olay gerçekleşmiş. Allah, Hz. Süleyman'a verdiği hızları, üç ayrı bölümde dizayn etmiştir ve Hz. Süleyman devamlı olarak tayyi mekânı yaşamıştır. O, sonsuz hızın sahibiydi. Bu statüde, Allah’ın zamanı geriye çalıştırması ya da sonsuz hızı tarif eden bir çok âyet-i kerimesinin varolduğunu görüyoruz. Meselâ; yedi uyuyanlar için Allah zamanı durdurmuştur. Zaman, diğer insanlar için devam ediyor; ama onlar için gitmiyor. Onlar mağaraya alındıklarında Allah’a diyorlar ki: "Yarabbi, bize katından bir mürşid gönder, bizi mutluluğuna ulaştır." Allah diyor ki: "Onları sağdan sola, soldan sağa hep döndürdük, aya çıktıkları zaman uyandırdık onları. Ne kadar diye sordular birbirlerine, ‘birkaç saat dediler' diyor.” Ama fırına ekmek almaya gittiklerinde ellerindeki paraların iki yüz, üç yüz yıl önceine ait olduğu anlaşıldı ve böylece yedi uyuyanlar o dizayn içersinde, zamanın kendilerine çalışmadığı bir ortamın sergilendiğini anladılar.

Allah’ın ihsan ettiği hız müesseseleri, bütün sistemlerde Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta geçerlidir. Meselâ Allah dünya ile kendi arasındaki mesafeye “elli bin yıllık yol” diyor ve meleklerin oraya bir günde çıktığını söylüyor. Ama Peygamber Efendimiz'in BİR KAÇ DAKİKADA ÇIKTIĞINI GÖRÜYORUZ. Öyle ise farklı sistemler söz konusudur. Bugüne kadar dünyadan Allah'ın katına kadar fizik vücuduyla gidip oradan dönebilen, sadece Peygamber Efendimiz'dir Hz. İdris'in de, Hz. İsa'nın da Allah'ın katında olduğu söyleniyor. Fizik vücut olarak oradalar ve r Hz. İsa'nın tekrar döneceği konusunda Allah’ın kesin bir teminatı var. Ama Hz. İdris'in ne olacağı hakkında bir işaret, Kur'ân-ı Kerîm'de yoktur. Bu da bir tayyi mekândır. Hz. İdris'in cennete alınması olayı, bir tayyi mekân olayıdır.

Hz. İdris, Allah’a diyor ki: "Mutlaka cennetini görmek istiyorum." Allah sonunda dayanamıyor, onu cennetine götürüyor. İyice dua ettikten sonra: "Çık, tekrar seni dünyaya göndereceğim." diyor. Hz. İdris diyor ki: "Çıkmam." Allah: "Ama bana çıkacağım diye söz verdin." diyor, Hz. İdris diyor ki: "Tamam, verdim; ama şimdi çıkmak istemiyorum. Sen, benim Rabbimsin, beni affedersin". Allah diyor ki: "Kabul ettim. Hadi kal burada!" Yani naz makamı da Allah’a bazen böyle, onun önceden bildiği; ama bilmez göründüğü şeyleri yaptırır. Allah muhakkak herşeye kadirdir.

Hz. İsa'nın göğe alınışına beraberce bakalım. On ikinci havari Romalılara haber verir ve salona gelir. Allah diyor ki: "O geldiği zaman, Biz onun yüzüyle Hz. İsa'nın yüzünü değiştirdik. Onu İsa'ya götürdüler. Çarmığa gerdiler. Biz de Hz. İsa'yı katımıza kaldırdık" . Nasıl kaldırmış? Gene tayyi mekân olayı. Hem Hz. İdris'in, hem de Hz. İsa'nın olayı, tayyi mekân olayıdır. Peygamber Efendimiz'in Allah'ın katına çıkması, mirac olayı, yine tayyi mekândır. Üçü de fizik vücud tayyi mekânını yaşamıştır. Unutmayın, hepsinin fizik vücutlarının üzerine, ruhları örtü olmuştur. O standartlar içinde, Allah'ın göklerine yükselmişlerdir. Allah'ın katına kadar yükselmişler ve iki tanesi orada kalmıştır. Sadece Peygamber Efendimiz'e has bir olay yaşanmıştır. O, tekrar geri dönmüştür.

Allah’a ne kadar hamd etsek şükretsek azdır ki; O bizim Peygamberimiz. Allah Kur'ân'ı ona indirmiş ve bütün âlemlerde mutlaka tanınan bir peygamber. Allah onun için diyor ki: "Seni âlemlere rahmet olarak yarattım." Kur'ân-ı Kerîm için de yine Allah öyle söylüyor: "Âlemlere rahmet olarak yarattım." diyor. Kur'ân-ı Kerîm sadece şu bizim dünyamızda Peygamber Efendimiz'e indirilen, sadece bu dünyada tanınan bir dîn kitabı değildir. Allah'ın bütün âlemlere indirdiği bir kitaptır. Peygamber Efendimiz de o kitap kendisine inen kişi olarak, bütün âlemlerde tanınmaktadır.

İşte Peygamber Efendimiz'in miracına dikkatle baktığımız zaman, onun da bir fizik vücut tayyi mekânı olduğunu görüyoruz. Ne yapmış Allah? Gelecek nesillere ve Mekkeli'lere ibret olsun diye Peygamber Efendimiz' i doğrudan doğruya katına almamış. Evvelâ radan bilmem kaç hafta mesafede olan bir kervana, Peygamber Efendimiz'i ulaştırmış. Orada durmuş. Peygamber Efendimiz, o kervan sahipleriyle konuşmuş. 1-2 dakika konuşmadan sonra oradan ayrılan Peygamber Efendimiz, birkaç dakika sonra, ikinci kervana ulaşmış. (2.kervan, 1.kervandan 1 hafta sonra gelecek Mekkeye) ve onlarla da konuşmuş. Özellikle zaman ölçüsünü onlara tayin ettirmiş ve ondan sonra da Allah onu Mescid-i Aksa'ya ulaştırmış. Mescid-i Aksa'yı da tavaf ettikten sonra, oradan Allah’ın katına yükselmiş. Allah Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki: "Kalbi gördüklerini tekzib etmedi." Peygamber Efendimiz, Allah’ın katına ulaştığı zaman gördüğü şeyi, ruhunun baş gözleri ile görüyor; ama ondan evvel gördüklerini -Allah bize de, bütün kalp gözü açık olanlara gösterdiği gibi-, kalp gözüyle göstermiş ve Allah bu sebebe dayalı olarak: “Kalbi gördüklerini tekzip etmedi.” diyor.

Biliyorsunuz ki; Hz. Musa da Allah'yı baş gözleriyle görmek istedi, görmekte ısrar etti. Allah da buyurdu ki: "Sen buna dayanamazsın. Biz baş gözlerini bizi görecek olan vasıfta yaratmadık. Onun için sen peygamber de olsan buna dayanamazsın, bundan vazgeç." dedi. O da: "Vazgeçmem." dedi. Allah: "Öyleyse, şimdi bu karşıdaki dağa tecelli edeceğim. O, beni kendi gözleriyle görecek. (Dağın kendisine has olan görme özelliğiyle görecek.) Sonucun ne olduğuna bak. Ondan sonra ısrar ediyorsan, o zaman düşünelim." Ve Allah dağa tecelli etti. Dağın kendisine ait olan görme hassasıyla, Allah'yı görmesini sağladı; ama dağ bile dayanamadı ve berhava oldu ve Hz. Musa da o anda dağın görme hassasını yakaladı ve bayıldı. Bu görüşten sonra Hz. Musa'nın artık Allah'yı baş gözüyle görme talebinden vazgeçtiğini görüyoruz.

İşte Peygamber Efendimiz, Allah’ın huzuruna vardığı zaman, baş gözleriyle Allah'yı görmedi. (Fizik vücudunun) Ruhunun baş gözüyle gördü ki; ruhu zaten emr âleminin varlığıdır. Allah'ın katındaki varlıkların gözleriyle gördü. Unutmayın, huzur namazının imamının fizik vücudu orada değildir, ruhu oradadır. Bütün o namaz kılanların fizik vücutları değil, ruhları namazları kılmaktadır. Öyleyse hepsi, her an Allah'yı görebilmektedirler ve sadece fizik vücudumuzun gözleri Allah'ı görmeye tahammül edemez. Nefsimizin gözleri Allah'yı görmeye tahammül edemez; ama ruhumuzun gözleri Allah'yı görmenin yeterli vasıflarına sahiptir. Bir de nefsimizin kalbindeki kalp gözü, Allah'ı görmenin standartlarına sahiptir.

Peygamber Efendimiz, giderken Cebrail (as)'ı gördü. Onunla karşılaştılar, konuştular. Oradan Allah’ın katına ulaştı, geriye döndüğünde, ispat vasıtaları birer birer geliyordu. Peygamber Efendimiz demişti ki: “Falanca yerde kervanla karşılaştım”. Tabiî hiç kimse inanmamıştı; ama kervan denildiği zaman, Peygamber Efendimiz ile karşılaştıklarını, konuştuklarını anlattılar. Onlardan bir hafta sonra gelen ikinci kervan da aynı şeyleri söyledi ve peygamber Efendimiz' e Mescid-i Aksa hakkında sual sordukları zaman; derhal gözünün önüne Mescid-i Aksa'nın bütün camları, pencereleri, herşeyi geldi ve bütün cevapları bir defa daha görerek, net olarak verdi.

Öyleyse miraç olayı da tam bir tayyi mekân olayıdır. Fizik vücut tayyi mekân olayıdır ve Kur'ân-ı Kerîm'de birçok fizik vücut tayyi mekânından bahsedildiğini görüyoruz. Tayyi mekân dediğimiz zaman, olağanüstü güzel bir olayın yaşanması söz konusudur. Bilet parası falan ödemeden bir yerden bir yere her zaman gitmek mümkündür. Allah, O'nun yoldaki bütün dileyen insanlara lâyık oldukları gün mutlaka bu ihsanda bulunacaktır.
çok güzel ve ilgi çekici bir konu. oldum olası dikkatimi çekmiş astral seyahat de nen mereti çok kez denemiş ancak bir türlü muvaffak olmamışim. sebebini bir türlü çözemedim, en son çakralara gelmişti konu, hindularin dilini çözmeye çalışırken bizim tasavvufumuzun mübarek büyüklerinin lataifler dediği çakra işinden daha realite ve özümüze ve inancımıza uygun bir olguguyu gördük, daha makul geldi ancak işin kapısı tarikatlara vardı. hoppala ve cubbala.. baktım iş sarpa sarıyor Bi dk garibin biriyim, tayyi zaman tayyi mekan benim neyime işine bak dedim kendime ☺️.. yazı çok iyi beynimi zorluyor o yüzden iki gündür okuyorum acele etmeden sindire sindire ☺️.
 
Üst